logo tobb logo tobbetu

Köşe Yazıları

Güven Sak, Dr. - [Yazarın tüm yazıları]

Yeni anayasa olmadan inovasyon olmaz 20/12/2011 - Okunma sayısı: 2264


Yeni anayasada 'gerçekçi olup imkansızı' istemeliyiz. Türkiye dünyanın onuncu büyük ekonomisi olacaksa böyle olacaktır.

Yeni anayasa ile ekonomide yenilikler sürecinin birbirine bağlı olabileceğini hiç düşündünüz mü? Dünya Bankası’nın hazırlayıp, yayımladığı Dünya Yönetişim Göstergeleri tam da bunu söylüyor. Ne gördüğümü size de anlatayım. Karar elbette size kalmış. Ama bana kalırsa, bu memlekette, yeni anayasa olmadan, inovasyon olmaz. Bakın neden olmaz?

Size daha önce ekonominin orta teknolojili ihracat yapabilen bir ekonomiden yüksek teknolojili ihracat yapabilen bir ekonomi haline dönüşmesi gerektiğini anlattığımı hatırlıyorum. Bunun yolu, ekonomide yenilikçiliğin önünü açmaktan geçiyor. İnovasyon işte tam da bunun için önemli. Bilim ile sanayinin, üniversite ile ticari hayatın kesiştiği noktadır inovasyon alanı. Türkiye’nin, ülkedeki iş yapma sürecine baktığında, fark yaratabilecek olanları, iş sürecine bakmaya ikna etmesi gerekiyor. Bakacak olanların sonuçta daha nitelikli olması gerekiyor. Üniversite sisteminin, bilim alanının yeterlilik derecesi bu nedenle son derece önem taşıyor. Biz burada bir süredir YÖK vasıtasıyla bir dizi gecekondu üniversite kurdurtarak, Üniversiteler Arası Kurulu işlevsiz hale getirmeye çalışıyoruz. Ne yapıyoruz? Seçkinciliğin kalesi olması üniversiteleri ve üniversite unvanlarını ‘demokratikleştirmeye’ çalışıyoruz. Yani ne yapıyoruz? Zaten vasatlaşmış olan üniversite doçentliğini nasıl vasat altı ederiz diye düşünüyoruz. Düşünmekle kalmıyor, sistemi bozma adımlarını ÜAK’da demokratik biçimde oylayarak uygulamaya koyuyoruz. Üniversitelerimizi, sayısı giderek artan, taşra üniversiteleri ile aynı kefeye koyuyoruz.

Muhakkak ki ancak bakan gözler görebilir. O gözlerin de nitelikli olması şarttır. Ancak bu gerekli olmakla birlikte yeterli değildir. Yeterlilik şartı, yabancının ülkeyi mal satılacak pazar alanı olmanın yanı sıra, mal üretilebilecek üretim alanı olarak da görmesidir. Türkiye’de yabancı firmaların ağırlıkla pazarlama birimlerinin olması, doğrudan düzenleme kalitesi ve mahkeme sisteminin işleyişi ile alakalıdır. En azından benim baktığımda gördüğüm budur. Son yapılan anayasa değişikliği ile Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun yapısındaki değişiklik vasat olanı vasat altı etmekten bir başka işe yaramamıştır. Yargının operasyonel problemleri hâlâ ortadadır. Dünyanın onuncu büyük ekonomisi olma hedefi ile yapılanların bir alakası yoktur.

Yukarıdaki her iki alanda da ilerlemenin yolu yeni anayasadır. TEPAV ekonomi politikası analistlerinden Ozan Acar’ın Dünya Yönetişim Göstergeleri ile ilgili yazısı tam da bunu anlatıyor. Arzu edenler, Tepav web sitesinden okuyabilirler. Benim, yönetişim göstergelerinde, 2002-2010 döneminde, Türkiye’nin konumunun AB-27’ye göre değişiminden anladığım şudur: Birincisi, AKP iktidarı döneminde siyasi istikrar artmamış, giderek bozulmuştur. Seçimlerden çoğunluğun oyunu alarak çıkmakla, istikrarı oturtmak aynı şey değildir. 1996’ya göre 2002’de göreli bir ilerleme vardır. Ancak 2002’den 2010’a kazanılan kaybedilmiştir. Niye böyle olmuştur?

Göstergenin alt bileşenlerine bakınca, bozulmanın Kürt meselesi ile yakından alakalı olduğu görünmektedir. 2011 anketi ortada olsaydı vaziyet büyük bir olasılıkla aynen 1996 gibi olacaktı. Bu ilk noktadır. İkinci olarak, yine aynı dönemde ifade özgürlüğü ve hukukun üstünlüğü kalemlerinde ciddi bir ilerleme sağlanamamıştır. Türkiye bu alanlarda AB ülkeleri ile arasındaki negatif mesafeyi korumuştur. Bu da ikinci noktadır. Üçüncüsü ise, 2002’den 2010’ hükümet etkin hale gelir ve yolsuzlukla mücadele konusunda ilerleme sağlanırken, düzenlemelerin kalitesi kötüleşmiştir. Bu da kötüdür.

Bakınca görünen şudur: Kürt meselesinde mesafe alıp, siyasi istikrarı pekiştirerek yatırımların önünü açabilmenin; yargı reformunu yaparak Türkiye’nin uygulama kapasitesini arttırabilmenin; düzenlemelerin kalitesini bağımsız idari otoritelerle pekiştirebilmenin; üniversite özerkliği ile özgürlük alanını genişletebilmenin yolu sağlıklı yeni anayasa tartışmasıdır. Burada ‘gerçekçi olup, imkansızı istemek’ zorundayız. Türkiye, dünyanın onuncu büyük ekonomisi olacaksa böyle olacaktır. Lafla peynir gemisi yürümez. Karınlar da lafla doymaz. Yeni anayasa olmadan inovasyon olmaz.


Bu köşe yazısı 20.12.2011 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Paylaş Bookmark and Share

« Diğer köşe yazıları