logo tobb logo tobbetu

Köşe Yazıları

Fatih Özatay, Dr. - [Yazarın tüm yazıları]

Önce deprem mühendisleri, sonra ekonomistler ve şimdi de hukukçular 29/04/2007 - Okunma sayısı: 2280

 

Dışarıdan bakıldığında Türkiye'de neden bu kadar gürültü koparıldığını anlamanın hiç de kolay olmadığı bir alay sorun var. Giderek kördüğüme dönüşüyorlar, Türkiye'ye önemli bir zaman yitirtiyorlar, boşa enerji harcatıyorlar.

Gelecek yıllarda daha iyi bir Türkiye için mutlaka çözülmeleri gerekiyor. 'Saf' bir soru: Bu sorunların çözülmesi giderek artan gergin bir ortamda mı kolay, yoksa uzlaşma kültürünün hâkim olduğu bir ortamda mı? Bunun yanıtı o kadar zor olmasa gerek.
Bu sorunları bir tarafa bırakalım. Kendi alanımıza dönelim. Ekonomik açıdan bakarsanız Türkiye'nin yeni bir reform dalgasına gereksinimi var. Bu tür bir programı yürürlüğe koymazsak, batacak falan değiliz elbette. Ama gelişmiş ülkelere kıyasla göreli yerimiz pek değişmeyecek, olduğumuz yerde sayacağız. Oysa Türkiye, çok değil, on yıl içinde çok farklı bir konuma gelebilir bu tür bir programla.

Böyle bir program radikal unsurlar taşımalı. Mesela kayıt dışı ile mücadeleyi gerektiriyor bu tür bir atılım hamlesi. Ekonomide çok sayıda çarpıklık yaratan mevzuatın değişmesini zorunlu kılıyor. Özellikle işgücü piyasasına yönelik mevzuatın tümüyle elden geçirilmesi gerekiyor.

Kaybeden ve kazanan yaratacak bir program bu. Kaybedenlerin büyük direnciyle karşılaşacağı açık. Onların kayıplarını nasıl en aza indireceğiz düşünmemiz gerekiyor. 'Anlamsız' sorunlarla boğuşurken nasıl zaman ayıracağız bunları düşünmeye? Hadi yeteri kadar boş vaktimiz var diyelim; toplumsal uzlaşma olmadan böyle bir programı uygulamak kolay mı? Daha önemlisi, adil mi?

Farklı olunduğunun gösterilmesi gerekiyor her şeyden önce. Eskilerden farklı olduğunu göstermek fırsatını tepmedi mi sizce iş başındakiler?
1970'lerde bizi meşgul eden 'önemli' konulardan bir tanesi de parlamento aritmetiği değil miydi? 'Eyvah, 222'de kaldı, yok 218'e indi ve fakat transferlerle 225'e çıktı.' Toplama çıkarma yeteneğimiz az gelişmemişti hani. Milletvekillerinin sağlıklarıyla da tüm toplumca ilgilenir olmuştuk. 'Eyvah falanca çok içiyormuş, siroz neyin olmasın, 226 tehlikede.'

Cuma günü, o günleri hatırlatan gelişmeler yaşandı ne yazık ki. Televizyon kanalları canlı yayınlarında, ekranların alt köşelerinden kırmızı renkli bantlarla anında ilettiler bizlere: İşte, falanca da girdi parlamentoya, katılan sayısı 361'e çıktı. Yoklama istenildi. Yapılmadı. Bir rivayete göre de bazı meraklı milletvekilleri girmiş salona, meğerse sayı 368 olmuş, falan. Yok, o 'sayılmazmış', zira 'sayılmamış'.
İşin kötüsü hafta içi neredeyse her akşam güzel bir futbol maçı vardı. 'Yahu, 367 gerekmiyor muymuş yoksa?' derken bir zap; 'Hay Allah, Manchester United 2-2 yapmış durumu'. Zaten ev ahalisinde 'Avrupa Yakası'cılar, 'Bir Demet Tiyatro'cular, 'Arka Sokaklar'cılar, 'Bırak, kapalı kalsın'cılar, ne ararsanız var. 'Fay hattı' şeklinde bölünme yoksa da bir 'gruplaşma' ortaya çıkmaya başladı. Dikkat etmek ve uzlaşma yollarını aramak gerekir.

Aralarında anlaşamayanların sadece deprem uzmanları ve ekonomistler olmadığı artık son gelişmeler çerçevesinde iyice görüldü. '367' tartışmaları bağlamında hukukçuların da bu tür anlaşmazlıklara oldukça teşne oldukları anlaşıldı. Uzlaşmanın aslında büyük bir erdem olduğunu anlayamayanların, böylelikle bir katkıları oldu toplum hayatımıza. Küçümsememek gerekir bu katkıyı.

Lâfı bu kadar uzattıktan sonra, 'ilgisiz' görülebilecek, ama aslında çok da ilgili olduğunu düşündüğüm 'bakın el âlem nelerle uğraşıyor' faslından bir konuya girmeyi düşünüyordum. Ama bir telefon geldi. Çoğu zaman televizyona karşı tavrım, beni, ev ahalisi içinde 'bırak kapalı kalsıncılar' grubuna yaklaştırdığı için, cuma gece yarısından itibaren olan bitenden haberim yoktu.

Diğer bir ifadeyle, buraya kadar ele aldıklarımı yazarken, son duyurudan haberdar değildim. Bahçede oturmuş bu satırları kaleme alırken, o gelen telefonla haberim oldu. 'El âlem nelerle uğraşıyor' faslı iyice anlamsızlaştı. En iyisi yazıyı burada kesmek.

 

Bu köşe yazısı 29.04.2007 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

Paylaş Bookmark and Share

« Diğer köşe yazıları