logo tobb logo tobbetu

Köşe Yazıları

Hasan Ersel, Dr. - [Yazarın tüm yazıları]

Rauf Bey'in Averof’u batırması olanaksızdı; çünkü eline böyle bir fırsat geçmemişti 16/06/2007 - Okunma sayısı: 6568

 

16 Aralık 1992 tarihinde Osmanlı ve Yunanistan donanmaları arasında gerçekleşen İmroz Savaşı'nda Rauf Orbay'ın Yunanlıların Averof adlı gemisini batırmaması uzun süre tartışıldı. Kimi kaynaklar Orbay'ın bu emri dinlemediğini belirtirken kimileri böyle bir emrin hiç verilmediğini öne sürüyor.

Aşağıdaki alıntı aynen Kemal Tahir'in "Bir Mülkiyet Kalesi" (İstanbul; Tekin Yayınevi, 1995, s. 116) adlı romanından:

"Bir sabah güneş henüz doğmadan Hamidiye kruvazörü, arka tarafı suya gömülmüş olarak limana girdi. Rauf Bey gene gemisini kurtarmıştı. Kıç bölmedeki on beş yirmi ölüye parlak bir cenaze merasimi yapmaya bile gerek görmediler.

Mahir Efendi eve sapasağlam geldi.[Romanda Hamidiye'de güverte zabiti]

Doğrusu bu muharebeden hiçbir şey anlamamıştı.

Averof'u niçin batırmadıklarını soruyorlardı. İlk isabetten elektrik santralı tahrip edildiği halde, muattal kalan bir gemi batırılamaz mı? Rauf Bey -müstakil torpido filotillası kumandanı- hücum işaretini görmediğini söylüyordu... Hücum işareti lazım mı? Torpidoların vazifesi nedir? Düşmana yaklaşıp torpili yapıştırmak değil mi yahu? Gemisini yaralattıktan sonra kaçıp kurtulmak da artık kahramanlık sayılırsa!..

Velhasıl erkânı harpler çoğalmıştı. Kahvelerde çay içip simit yiyerek orduları bozuyorlar, donanmaları mahvediyorlardı".

Burası ilginç bir biçimde kaleme alınmış. Yazar, bir yandan Rauf Bey [Hüseyin Rauf Orbay (1881-1964)] hakkında bazı olumsuz iddiaları birbirlerine karıştırarak okura ulaştırıyor, bir yandan da romanın kahramanını -dolaylı olarak kendisini de- bu iddialardan uzak tutuyor. Nejat Gülen'in "Şanlı Bahriye" (İkinci Baskı, İstanbul; Kastaş Yayınevi, 2001, s. 223) adlı kitabından bu iddiaların bir kısmının daha önce Emin Yakıtal'ın "Balkanlar Harbinde Osmanlı Donanması" (İstanbul; Deniz Basımevi, Tarih ?) kitabında yer aldığı anlaşılıyor. Özetle iddialar şunlar:

1) Rauf Orbay komutasındaki Hamidiye, arkası batık limana (İstanbul) gelmiş. Gemide 15-20 şehit varmış.

2) Rauf Orbay [Giorgias] Averof zırhlı kruvazörünü batırma fırsatı elde etmiş bundan yararlanamamış.

İlber Ortaylı "Avrupa ve Biz" (Ankara; Turhan Kitabevi, 2007) adlı kitabında bu iddialara bir yenisini daha ekliyor: "Rauf Bey'in Averof zırhlısını batırmadığına tarih denir. Askeri tarih belgelerinde kaydı var; yani orada zafer kazanırsak Kâmil Paşa hükümetinin sevap hanesine yazılır diye düşünüyor."(s. 139).

3) Aslında Rauf Orbay bu fırsattan yararlanamamış değil, isteyerek yararlanmamış. Bunun nedeni, böyle bir başarıdan Kâmil Paşa hükümetinin prestij kazanmasını istememesiymiş!

Bu iddialara bir göz atalım.

Hamidiye'nin yaralanması

İlk iddiada sözü edilen olay Hamidiye kruvazörünün 21 Kasım 1912 sabaha karşı Varna açıklarında dört Bulgar torpidobotunun saldırısına uğramasıdır. Olay şöyle gelişmiş: Yarbay Dimitar Dobev komutası altındaki Letyashti, Smesli, Strogi ve Drazki torpidobotları Hamidiye'ye hücum etmek üzere hareket ediyorlar. Asteğmen Georgi Kupov komutasındaki dördüncü torpidobot olan 97 tonluk Drazki (ya da Druzki) attığı torpidoyla Hamidiye'yi ön tarafından (sancak baş omuzluğu) vurmayı başarıyor. (Drazki torpidobotu halen Varna'da denizcilik müzesindedir.) Geminin baş tarafı, baş topa kadar sulara gömülüyor. Bulgar kaynaklarından, (http://varna.info.bg/1912.htm), Hamidiye'nin bu durumda çekilmiş bir fotoğrafına ulaşmak olanaklı. Olay yerine giden gemiler Hamidiye'yi çekerek İstanbul'a getiriyor. Gemi, Azapkapı havuzuna alınıyor.

Hamidiye'nin yaralanmasında Rauf Bey'in kusuru var mıydı? Afif Büyüktuğrul (Emekli Amiral) da ("Osmanlı Deniz Harp Tarihi ve Cumhuriyet Donanması", Cilt IV, TC Genelkurmay Başkanlığı Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Yayını, İstanbul; TC Deniz Basımevi, 1984, s. 214-6) bu olayı incelemektedir. Yazarın eleştirisi, "Düşman torpidobotlarının gece hücumlarını nasıl tardeceğine [püskürtüleceğine] ilişkin Osmanlı Deniz Kuvvetleri'nde bir talimname yoktu. Bu konuda da herhangi bir eğitim yapılmış değildi" biçiminde olup, Rauf Bey'in şahsına değil, donanmanın geneline yöneliktir.

Bu anlatılanlardan çıkarılacağı üzere, Hamidiye'nin arka tarafı değil ön tarafı suya gömülmüştü. Bu olayda Hamidiye'nin ateşçi mangasındaki 8 er şehit olmuştu. Dolayısıyla 15-20 rakamı abartılıdır. [Ahmet Cemalettin Saraçoğlu: "Rauf Orbay ve Hamidiye", Yayına Hazırlayan: İsmail Devrişoğlu, Yeditepe Yayınları, 2006, s. 93-114]. Peki Hamidiye'nin arkasının sulara gömülü olduğu hatası nereden kaynaklanmış olabilir? Aynı kaynakta bir açıklama bulabiliyoruz: Hamidiye önden çekilerek İstanbul'a getirilirken geminin pruva babfingo çubuğu kırılmış. Bunu üzerine "...baş kıç yapılarak seyre devam olundu...gece yarısından yarım saat sonra kruvazör Azapkapı havuzuna girdi." (s. 103) Anlaşılan gözleyen, karanlıkta geminin önüyle arkasını karıştırmış.

Rauf Bey emri görmezden mi geldi?

Balkan Savaşı'na doğru Yunanistan, donanmasını güçlendirmek için ciddi bir çaba içindeydi. 1912 yılında Yunan donanmasının tek modern ve büyük savaş gemisi Georgios Averof zırhlı kruvazörüydü. 1909'da denize indirilen, 1 Eylül 1911'de hizmete giren bu gemi, İtalya'da, Orlando tezgâhlarında yapılmıştı. Tam yüklüyken 10.200 ton ağırlığındaydı ve 23.5 deniz mili hız yapabiliyordu. Georgias Averof 4 tane 234 mm'lik, 8 tane 190 mm'lik, 16 tane 76 mm'lik, 4 tane 47 mm'lik top ve 4 tane 430 mm'lik torpido tüpü ile donatılmıştı. [Georgios Averof 1984'te Faliron Körfezi'ne çekilip müze haline getirilmiştir. Halen de bu halde korunmaktadır.]

Geogios Averof, Osmanlı donanmasındaki büyük savaş gemilerinden (Barbaros Hayreddin, Turgut Reis, Asar-ı Tevfik ve Mesudiye) çok daha hızlı olmanın yanı sıra çok daha seri ateş edebiliyordu. Osmanlı savaş gemilerinin büyük topları 3 dakikada bir mermi atabilirken bu gemi, dakikada 3 mermi atabiliyordu. İşte bu nedenle Osmanlı erkân-ı harbi için Georgios Averof'un devre dışı bırakılması son derece önem taşıyordu. Rauf Bey'e yöneltilen eleştiriyi de bu bağlamda ele almak gerek.

"Müstakil torpido filotillası" (aslında bu birliğin adı "müstakil fırka-bağımsız tümen"di) ile ilgili olay 16 Aralık 1912 tarihinde Osmanlı ve Yunanistan donanmaları arasındaki İmroz Savaşı'nda olmuştur. Bu sırada Rauf Bey, Muavenet-i Milliye, Yadigâr-ı Millet, Taşoz ve Basra muhriplerinden oluşan müstakil fırkanın komutanlığına atanmıştı. Bu çatışmada Yunan donanması Tümamiral Pavlos Kountouriotis (1855-1935, daha sonra iki kere Yunanistan cumhurbaşkanı olmuştur) komutasında Georgios Averof ile Hydra, Psara, Spetsai adlı eski zırhlılar ve muhriplerden, Osmanlı donanması ise Donanma Komutan Vekili Albay Ramiz Numan'ın komutası altında Barbaros Hayreddin, Turgut Reis, Mesudiye ve Asar-ı Tevfik zırhlılarından ve iki muhrip fırkasından oluşuyordu. Bunlardan Rauf Bey komutasındaki müstakil fırka, zırhlılardan oluşan filonun sancak baş omuzluğunda konuşlanmıştı. Osmanlı savaş gemileri saat 09.40'ta Yunan filosuna 9000 metreden ateş açtılar. Ama gözü pek bir deniz subayı olan, Georgios Averof'un süvarisi Albay Sophoklis Dousmanis, "bağımsız hareket edeceğim" işaretini verip, diğer Yunan gemilerini de gerisinde bırakarak seri bir manevrayla gemisini Osmanlı gemilerine karşı tüm toplarını kullanabilecek biçimde konuşlandırıp ateş açtı. Saat 09.55'te Barbaros Hayreddin zırhlısı isabet aldı ve 10.17'de Osmanlı filosu çatışmadan çekilip Çanakkale Boğazı'na döndü.

Donanma Kumandan Vekili Albay Ramiz Numan döndükten sonra bir rapor yazıyor. Bu raporda Barbaros Hayreddin zırhlısının Georgios Averof'a isabet kaydettiği, hatta geminin yana yattığı ve kendisinin de gemiyi batırması için müstakil fırkaya işaret ettiğini ileri sürüyor. Ona göre Rauf Bey bu emri dinlememiş. Sayın Büyüktuğrul bu konuyu araştırırken danıştığı Rauf Bey kendisine şöyle yanıt vermiş: "Madem tarih yazıyorsun, muharebenin krokisini çiz ve bak bakalım ben o mesafeden Ramiz'in işaretini görebilir miydim[?] (a.g.e, s. 233). O tarihte Barbaros Hayreddin zırhlısının seyir subayı olan Yüzbaşı Mehmet Fahri, Rauf Bey'e hak veriyor. Açıklaması şöyle: "Mesafe uzaktı; üstelik hem bizim mermilerimiz kısa düştüğünden, iki hat arasında bir mermi yağmuru vardı" [Büyüktuğrul, (a.g.e.) s. 233].

Hücum emri kaydı yok

Sayın Büyüktuğrul araştırmasına devam edince daha da ilginç sonuçlara ulaşmış. Bir kere Barbaros Hayreddin zırhlısının da Rauf Bey'in içinde bulunduğu Muavenet-i Milliye muhribinin işaret jurnalinde de böyle bir hücum emri kaydının olmadığını saptamış. O zaman Barbaros Hayreddin zırhlısının işaret subayı olan emekli Deniz Albayı Hüseyin Hakkı Bey de bu soruyu "Biz böyle bir emir vermedik" diye yanıtlamış.

Albay Ramiz Numan'ın doğru söylemediğinin bir başka kanıtı daha var. Ağır yaraladığını iddia ettiği Georgios Averof, bu savaştan 26 gün sonra yine Yunan donanmasının başında, Mondoros Deniz Savaşı'na katılmıştı ve hem hızıyla ve hem de topçularının başarısıyla çok etkin olmuştu. Oysa Yunanistan'ın elinde ağır yaralanmış böyle bir gemiyi bu sürede tamir edecek olanak yoktu. [Büyüktuğrul, (a.g.e.) s. 234] Zaten Yunan kaynaklarında da Georgios Averof'un sadece hafif yaralandığı yazılıyor. "İlk atışta elektrik santralı tahrip edildiğinden muattal (hareketsiz) kalan gemi.." ya da benzer bir ifade ise hiçbir ciddi kaynakta yer almıyor.

Emir almaya ne gerek var

Eleştirinin bir boyutu daha var. Müstakil fırka Georgios Averof'u batırmak için kurulduğuna ve bu amaçla bağımsız hareket etme yetkisi olduğuna göre Rauf Bey emir almadan da bu işi yapabilirdi. Ama Rauf Bey bunu yapamamıştı!

Acaba yapabilir miydi? Bence bu soruyu yanıtlamak için müstakil fırkanın kuruluş öyküsüne bir göz atmak yeterli. Öykü şöyle: Berlin sefiri Ali Nizami Paşa denizciliğe meraklı idi ve Alman Bahriye Nezareti Müsteşarı Büyük Amiral Alfred von Tirpitz (1849-1930) ile arkadaşlık kurmuştu. Muhriplerden oluşan bir bağımsız filo kurup Georgios Averof'u avlama fikri von Tirpitz'den gelmişti. Ali Nazmi Paşa bunu Nazım Paşa'ya yazmış, o da heyecanlanıp hemen filoyu kurmaya girişmişti. Von Tirpitz ise bir yarbayı gönderip ne yapılabileceğini araştırmayı önermiş, sözünü de tutmuştu. Ancak söz konusu yarbay, eldeki muhriplerin acıklı durumunu görünce (tahsis edilen dört muhripten sadece Yadigâr-ı Millet'in arızası yoktu) bunun "yapılabilir olmadığına" ilişkin bir rapor yazmıştı. Buna rağmen "müstakil fırka" kurulmuştu. [Büyüktuğrul, (a.g.e.) s. 173] Özetle müstakil fırka kâğıt üzerinde vardı ama Osmanlı donanmasının kalanı gibi, işe yarar durumda değildi.

Üstelik Georgios Averof yalnız başına da dolaşmıyordu. Yunan donanmasının en yeni dört büyük ve hızlı muhribi (Aetos, Ierax, Leon ve Panthir) Georgios Averof'u koruyordu [Büyüktuğrul, (a.g.e.) s. 235]. Her ne kadar henüz torpidoları gelmediği için bu silahtan mahrumdular (Osmanlı donanması bunu bilmiyordu) ama toplarını kullanabiliyorlardı. Müstakil filonun, hele üç gemisi arızalıyken bu muhripleri aşıp Georgios Averof'a ulaşması söz konusu olamazdı.

Son bir konu daha var. Rauf Bey'i eleştirenler sormamışlar, ben sorayım bari! Rauf Bey Hamidiye ile yaptığı ünlü seferinde niçin Geogios Averof'u batıramamış? Bunun yanıtı da şöyle: Gerçi Hamidiye'nin bu seferinin temel amacı, bu gemiyi kendi üzerine çekerek Osmanlı donanmasına Ege Denizi'nde rahat nefes aldırmaktı ama bu başarılamadı. Yunan komuta heyeti bu oyuna gelmedi ve Hamidiye'nin verebileceği zararın riskini kabullenmeyi buna karşılık Georgias Averof'u Osmanlı donanması için bir tehdit olarak kullanmaya devam etmeyi tercih etti. Bu nedenle de Hamidiye 7 ay süren macerasında hiçbir zaman Georgias Averof'la karşılaşmadı.

Özetle Rauf Bey'in Georgios Averof'u batırması olanaksızdı. Çünkü eline böyle bir fırsat geçmemişti.

Averof'un kasten batırılmadığı iddiaları anlamsız

Rauf Bey'in kasten Georgios Averof'u batırmadığı iddiası ise bana daha da anlamsız geliyor. O dönemde ordu içinde siyasal kutuplaşma olduğu doğru. Sayın Büyüktuğrul, Albay Ramiz Numan'ın yazdığı kitapta şöyle bir görüş geliştirildiğini yazıyor: "Donanma personeli Hürriyet ve İtilaf siyasal partisi mensubuyken Bahriye Nezareti'nin mensupları İttihat ve Terakki mensubuydular.... Onlara [İttihat ve Terakki idarecileri] göre donanma muharebeyi yapıp yenilirse İttihat ve Terakki Partisi direkt olarak iktidara gelecekti. Hazırlanan politik oyun bu idi." (a.g.e. s. 236) Her ne kadar sonuç öncülden çıkmıyorsa da (belki yazar daha etraflı anlatmıştır, orijinal kaynağı görmedim), bu görüş Balkan Savaşı'na ilişkin diğer değerlendirmelerle örtüşüyor. Ama zaten burada Rauf Bey'den söz de edilmiyor.

Ama işin bir de kişisel boyutu var. Rauf Bey, denizciliği tutkunluk derecesinde ciddiye aldığı anlaşılan, iddialı bir genç subay (o zaman 31 yaşında). Böyle bir genç insan, eline kendisine büyük bir itibar getirecek bir fırsat geçtiğinde, bunu kendi ülkesinin hükümetinin (yandaşı olmasa da) başarısına katkısı olur diye düşünüp, bilerek kaçırır mıydı? Bu bana olacak iş değil gibi geliyor. Hadi yaptı diyelim. Bunu yapan bir insan, 28 gün sonra, söz konusu hükümet hâlâ görev başındayken kendi komuta edeceği tek bir gemiyle [Hamidiye] Yunan donanmasını taciz etmek amacıyla sonucu öngörülemeyecek bir maceraya atılır mıydı? Üstelik Hamidiye'nin bu ilginç görevi üstlenmesini isteyen ve önerisinin kabul edilmesi için mücadele eden de Rauf Bey'in kendisiydi. Hamidiye 13 Ocak 1913 tarihinde Çanakkale Boğazı'ndan çıktığında sadrazam yine [Kıbrıslı Mehmet] Kamil Paşa idi. Gerçi, kendisi, bu tarihten 10 gün sonra "Babıâli Baskını" sonucunda istifasını Enver Paşa'ya vermiştir. Ama böyle bir darbenin olacağından Rauf Bey'in haberi olduğuna ilişkin bir bilgi de yok. Hoş olayın oluş biçimine bakılırsa, yapanların bile 10 gün önce ne gün neyi yapacaklarını bildiklerini söylemek zor.

 

Bu köşe yazısı 16.06.2010 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

 

Paylaş Bookmark and Share

« Diğer köşe yazıları