TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
2008 yılı için açıklanan faiz dışı fazla hedefi, kriz sonrasındaki hedeflerin bir puan altında açıklandı. Milli gelirin yüzde 5.5'i olarak açıklanan bu hedef yeterli mi? Şüphesiz bu soru "Neye göre yeterli?" sorusunu da beraberinde getiriyor.Bunun tek bir yanıtı var: Kamu borcunun milli gelire oranını (borç oranı) düşürüp, Türkiye ekonomisinin kırılganlıklarını azaltarak daha güvenilir bir ekonomi yaratıp daha hızlı büyüyebilmemizi sağlayacak sağlam bir zemin oluşturmak için.Geçmişteki yüksek kamu borcunun başımıza açtığı sayısız bela var. Sicili temiz olmayan ülkelerin yüksek kamu borcu ile birlikte yaşayabilmeleri oldukça zor. Aynı düzeydeki borç oranı gelişmiş ülkelerde sorun yaratmazken, bizim gibi ülkeleri bir krizden ötekine sürüklüyor. Dün bunun iki nedeni üzerinde durmuştum.Borç oranının zaman içinde nasıl hareket ettiğini belirleyen dört temel unsur var: Reel borçlanma faizi, reel kur, reel ekonomik büyüme hızı ve bütçedeki faiz dışı fazla düzeyinin milli gelire oranı.Faiz ne kadar düşükse, büyüme hızı ne kadar yüksekse, lira ne kadar değerliyse ve faiz dışı fazla ne kadar yüksekse, yarınki borç oranınız da o kadar düşük oluyor. Öte yandan yarınki borç oranınız ne kadar düşükse, ekonominize güven o kadar artıyor. Dolayısıyla da iflas riskiniz o kadar düşük oluyor. Bu daha düşük reel faiz, daha yüksek büyüme hızı (hem artan güvenin uyardığı tüketim ve yatırım artışı hem de düşük reel faiz nedeniyle) ve daha düşük kur (daha değerli yerli para) demek. Bunlar bir dönem sonra borç oranını daha da düşürüyorlar. Tam bir saadet döngüsü ortaya çıkıyor.Ama dikkat: Bu dört değişkenden sadece faiz dışı fazla hükümetin kontrolü altında. Diğerleri ise piyasada belirleniyor. Yeteri kadar yüksek faiz dışı fazla vererek tövbe ettiğinizi ve artık sicilinizi temizlemek istediğinizi herkese göstermeye çalışıyorsunuz. Böylece bir yandan faiz dışı fazlanın borç üzerindeki doğrudan düşürücü etkisini oluşturmak, diğer yandan da artacak güven sayesinde öbür üç faktörü olumluya çevirmek istiyorsunuz.Kriz sonrası uygulamaya konulan programın özü buydu: "Yüksek faiz dışı fazla ver ki güven artsın, reel faiz düşsün, büyüme hızlansın, yerli para aranılır hale gelsin, borcun düşsün." Açık ki borç oranının azalması demek izleyen dönemlerde bankaların bilançolarında Hazine tahvillerinin öneminin de azalması demek. Yani, bankaların reel sektöre daha fazla kaynak aktarabilmeleri anlamına geliyor bu. Bu da tüketim ve yatırımın daha da artması demek. Kısacası büyüme hızının bu yolla da artması planlanıyordu.Aynen bunlar oldu kriz sonrasında. Bütçede faiz dışında kalan harcama toplamının gelirlerin çok altında kalacak şekilde bastırılmasının, yani yüksek miktarda faiz dışı fazla verilmesinin temel nedeni buydu. IMF istedi diye değil, ekonomiyi yeniden üretir hale getirmenin başka bir yolu olmadığı için bu yüksek hedef kondu. Bize gerektiği için, bizim ayağa kalkmamızı sağlayacağı için.Peki, faiz dışı fazlanın milli gelire oranının 2008 için yüzde 5.5'e düşürülmesi bu saadet döngüsünü bozacak mı? Muhtemelen bozmayacak. Ama çok daha önemli bir fırsatı tepmemize yol açabilecek: Refah düzeyimizi yukarıya doğru sıçratarak Türkiye'yi çok farklı bir ülke konumuna getirecek mikro reformlar için kaynağa ihtiyacımız vardı. Faiz dışı fazla düzeyindeki bir indirim bu reform için gereksinilen 'can suyunu' sağlayabilirdi. Kaçırdığımız o. Gelecek yazıda devam ederim.
Bu köşe yazısı 22.10.2007 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayınlanmıştır.
Burcu Aydın, Dr.
05/10/2024
Fatih Özatay, Dr.
04/10/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
03/10/2024
Fatih Özatay, Dr.
02/10/2024
Güven Sak, Dr.
01/10/2024