Arşiv

  • Nisan 2024 (12)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)
  • Mayıs 2023 (9)

    Esas gündem önemli ölçüde yine kadınlarımızla ilgili

    Fatih Özatay, Dr.17 Şubat 2008 - Okunma Sayısı: 1151

     

    Başlık kısmen Radikal'in dünkü manşetinden alınma. Manşetin tamamı şöyleydi: "Esas gündem: İşsiz ve ümitsiz Türkiye".TÜİK dün 2007'nin ekim-kasım-aralık aylarına ait istihdam verilerini açıkladı. Bir önce açıklanan verilerde işsizlik oranında artış vardı. Bu sefer de öyle. Kötü bir haber. Birkaç saptama yapalım. Bir önceki yılın aynı döneminde yüzde 9.6 olan işsizlik oranı 2007'de yüzde 10.1'e yükselmiş. Önemli bir artış var.Genel işsizlik oranının yanı sıra tarım dışı sektörlerdeki gelişmeler de önemli. Tarımda uzun bir süredir istihdam düşüyor. Bu doğal bir gelişme. Ama bu düşüş tarım dışı sektörlerdeki istihdam artışıyla telafi ediliyor ve genel işsizlik oranı kötüleşmiyordu. Hatta bir miktar da düşmüştü.Aralık ayında açıklanan veriler (ağustos-eylül-ekim dönemi) tarım dışı işsizlik oranındaki düşüşün durabileceğine işaret ediyordu. Gerçekten de öyle oldu. Hem geçen ay, hem de bu ay tarım dışı işsizlik oranında artış gerçekleşti. 2006'nın aynı döneminde yüzde 12.2 olan oran şimdi yüzde 12.6 düzeyinde. Gençlerdeki (15-24 yaş arası) işsizlik oranında da benzer bir eğilim var.

    Kadınlar ve fırsat penceresi

    Son aylara özgü olmayan, işgücü piyasamızdaki genel bir eğilim de şu: Kadınların işgücüne katılma oranları ve kadın istihdamı çok düşük düzeyde.Hatırlarsanız Türkiye'nin önünde önemli bir 'fırsat penceresi'nden sıkça söz ettim bu sütunlarda: Nüfusumuz genç. Üstelik çalışabilir yaştaki nüfusun toplam nüfus içindeki payının bir 20 yıl daha artması bekleniyor. Oysa AB ülkeleri için tersi bir gelişme söz konusu. Onlar şimdiden yaşlanmaya başladılar.Yine hatırlarsanız, milli gelir aritmetiği uyarınca kişi başına gelir düzeyinin üç temel bileşeninden birisi de sözünü ettiğim oran. Yani çalışabilir yaştaki nüfusun toplam nüfusa oranı ne kadar fazlaysa, kişi başına milli gelirin o kadar yüksek olması şansı var. Refah düzeylerine yetişmeye çalıştığınız ülkelerde tersi bir durum varsa ki var, arayı kapamak için bir fırsat bu.Ufak bir 'ama'yla: Bu insanları işgücüne çekmek ve onlara iş bulmak gerekiyor. İş bulmayı geçtik, kadınlarımız işgücü piyasasında yoklar. Bu ekonomik geleceğimiz açısından önemli bir şansızlık. Son yazılarımda 2008'in Türkiye açısından oldukça zorlu bir yıl olması ihtimalinin yüksekliği üzerinde duruyorum. Açıklanan istihdam verileri bu açıdan da düşündürücü. Zorlu bir yıl yaşama olasılığının yüksek olmasının bazı temel nedenleri var.

    Zor dönem için kötü başlangıç

    Birincisi, uluslararası mali piyasalarda olacak bitecek hakkında önemli bir belirsizlik var. Bu piyasalarda yeni büyük çalkantılar olması ihtimal dışı değil. Bu ihtimali azaltan ve yükselten haberler ardı sıra sökün ediyor. Piyasalar bir rahatlıyor, bir geriliyor. Hafta içinde piyasalarda olumlu rüzgârlar eserken, cuma günü ABD'de önemli kayıplar yaşandı. Yarın ne olacağının kestirilememesinin bize de olumsuz yansımalarının olması beklenir. Başta, yatırım kararlarının zarar görmesi ihtimali yüksek.İkincisi, böyle bir döneme girerken makroekonomik göstergelerimiz alarm vermese de kötü sinyaller gönderiyorlar. Bu kötü sinyallerin başında işsizlik oranındaki yükseliş geliyor. Öte yandan, 2007 büyüme performansımız kriz sonrası dönemin en kötüsü. Üçüncü neden ise şu: İlk iki olumsuz gelişmeye verilecek en büyük yanıt 'burada' olduğumuzu göstermek herkese. Oysa biz buradayız ama 'burada' olduğumuz hissedilmiyor. Burada olduğumuzu göstermek için ciddi, öncelik sırası net ve odaklanmış bir reform programına gereksinmemiz var.İşgücü piyasasındaki sorunların orta yerde öylece durması 'kaderimiz' olamaz. Çözebiliriz bunları. Çözüm sihirli değneklerden geçmiyor, Kaf dağının arkasında da değil. Sorunları saptayıp çözüm yolları öneren çok sayıda rapor mevcut. Ama çözüm için öncelikle 'başlamak' gerekiyor. Başlamak için de neye başlayacağını bilmek ve o her neyse ona odaklanıp, onu fikri-sabit haline getirmek lâzım. Saplantılı reformculara ihtiyaç var kısacası.Bu saplantılı reformcuların varlığı da yetmez. Onları tek bir çatı altında toplamak gerekiyor. Aksi takdirde kurumlar arası güç çatışması devreye giriyor. Muhtemelen dünyanın birçok bürokrasisinde de vardır bu sorun, ama Türkiye'de vahim bir düzeyde olduğu kesin. Dördüncü nedeni başka bir yazıda etraflıca ele alırım. Para teorisindeki 'aktarma kanalı'ndan esinlenerek (merkez bankalarının faiz hadlerinde yaptıkları değişikliğin yatırım, tüketim, bekleyişler, kredi hacmi, ihracat ve ithalat gibi değişkenleri etkileme biçimleri) buna 'ikna kanalı' adını taktım. İkna kanalının ne olduğuna dair bir ipucu vereyim. Şu: Program-bürokrasi-bakan(lar)-başbakan. Yakında (yarın olmayabilir) bu sütunlarda...

     

    Bu yazı 17.02.2008 tarihinde Radikal Gaztesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır