Arşiv

  • Nisan 2024 (10)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)
  • Mayıs 2023 (9)

    Bursa neden güdük kaldı?

    Güven Sak, Dr.06 Ocak 2012 - Okunma Sayısı: 2258

     

    Bursa, Gaziantep ve Diyarbakır güdük kaldığı için İstanbul bu kadar irileştiği için biz böyle vasat kaldık.

    Orada bir memleketin kısır mı kısır ve de siyasi mi siyasi gündeminden kafanızı kaldırıp etrafa bakıyor musunuz? Bakın. Ben her baktığımda, Türkiye’nin bir türlü 21. yüzyıla ulaşamadığını düşünüyorum. Biz 21. yüzyılda hâlâ 19. yüzyılın gündemi ile uğraşıyoruz. Uğraşıyoruz ama hem 19. yüzyıldan kalma meselelerde bir parmak yol alamıyoruz, hem de 21. yüzyılı da ıskalama riski ile karşı karşıyayız. Ben Türkiye’nin bu günlerde üstünde düşünmesi gereken meselenin başlıktaki mesele olduğunu düşünüyorum. Bugün içinde debelendiğimiz 19. yüzyıldan kalma tarihi meseleler de dahil, sorunumuzun Bursa’nın küçük kalması ile bağlantılı olabileceğini hiç düşündünüz mü? Bana öyle geliyor. Gelin bakın neden böyle düşünüyorum.

    Bu yıl İstanbul Sanayi Odası’nın düzenlediği Sanayi Kongresi’ne Stanford Üniversitesi’nden Paul Romer davet edilmişti. Söyledikleri üzerine, Türkçe yazılmış, manalı şeyler okuduğumu hatırlamıyorum. Halbuki önemli şeyler söyledi. Sunumdan benim aklımda kalan bir tablo var. Amerika’nın 6. büyük şehri Houston, en kalabalık şehri New York’un üçte biri büyüklüğünde. Halbuki Türkiye’nin altıncı büyük şehri Gaziantep, en kalabalık şehri İstanbul’un ancak onda biri kadar. Aynı durum, Bursa için de doğru, Diyarbakır için de. Bakın, Diyarbakır’ın ‘sömürge idaresi’ kaynaklı özel bir durumu yok bu rakamlara göre.

    Aslında küçük kalan Bursa, Gaziantep ya da Diyarbakır değil. Onların aleyhine sürekli irileşen İstanbul. Peki bu neden böyle? Gayet basit bir nedenle. Diğer şehirleri birer şehir olarak düşünüp, tasarlamadığımız için. Şehirleşmenin iktisadi kalkınma için ne anlama geldiğini bilmediğimiz, plan yapmaktan hoşlanmadığımız için. Bölgesel kalkınma üzerine 5 dakika düşünen yöneticilerimiz olmadığı için elbette. Şimdi şöyle bir düşünün. Türkiye’nin ilk 10 şehrinden kaç tanesine bundan on yıl önce uçakla gidebilmek mümkündü? Pek azına. Ben Bursa’da doğdum ve büyüdüm. Bursa’dan İstanbul’a uçmak, nadiren hatırlandı, pek uygulanmadı. Bursa’ya Ankara’dan uçakla gidebilmek ise son günlerde ortaya çıkmış bir yenilik yalnızca. Aşağıdaki tablo Türkiye ve Amerika’nın büyük şehirlerini, ülkelerin en kalabalık şehrine oranla gösteriyor. Halen bu şehirlerin kaç tanesinden yurtdışına doğrudan sefer var? Ankara’da birkaç yıl önce kendisine sürekli bir iş önerilen bir dostumun, “Yahu orası daha köy, doğrudan yurtdışı uçak seferlerinin olmadığı yere köy denir. Ben öyle sapa bir yerde oturamam. Boşuna zaman kaybı olur” dediğini hatırlıyorum. Hakkını her gün teslim ediyorum. Peki, bu şehirlerin kaç tanesinden tren yolu geçiyor? Hepsi değil. Kaç tanesinden geçen trenler konteynir taşıyabilme kabiliyetine sahip? O daha da az. Bana söyler misiniz? Dünyanın kıyısında kalmış sözde şehirlerde beceri sahibi insanları bir arada tutabilir misiniz? Nereye hangi ürettiğinizi etkin bir biçimde gönderebilirsiniz? Böyle şehirler büyür mü? Başka şehirlere ve de dünyaya bağlayamadığınız şehirler büyümez. Oralarda sanayiyi derinleştirecek elemanları bir araya toplayamazsınız. Peki, böyle şehirlerde inovasyon altyapısı inşa edilebilir mi? Hayır, edilemez. Yapıyormuş gibi görünüp kasılabilirsiniz ama hedefe ulaşamazsınız.

    Bursa, Gaziantep ve Diyarbakır bu kadar güdük kaldığı için, İstanbul bu kadar irileştiği için biz böyle vasat kaldık ve de milletçe dedikoducu olduk. Sayın Başbakan’ın Türkiye hayalinin İstanbul’un daha da irileşmesinden ibaret olması bundandır. Memlekette hiç kentsel iktisatçı olmaması da mesele ile yakından alakalıdır. Üniversitenin kapasitesi İstanbul’la sınırlıdır. İnanmıyorsanız açın televizyonunuzda bir haber programı ya da tarih sohbetini ve izleyin. Sonra bir konuşalım.


    Bu köşe yazısı 06.01.2012 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır