Arşiv

  • Nisan 2024 (11)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)
  • Mayıs 2023 (9)

    Türkiye’den Neden Küresel Markalar Çıkmıyor?

    01 Şubat 2013 - Okunma Sayısı: 6146

    2014-2018 dönemini kapsayan Onuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı, ticaret hizmetleri açısından önemli bir yeniliği de beraberinde getiriyor. İlk kez bu planın hazırlık aşamasında, “Ticaret Hizmetlerinin Geliştirilmesi” konulu bir özel ihtisas komisyonu kuruldu. Böylelikle perakende ve toptan ticaretin, imalattan ayrı incelenmesi gereken bir alan ve ekonominin önemli bir sektörü olduğu devlet tarafından da kabul edildi.

    Çoğunlukla üretilen ürünün nihai tüketiciye sunulduğu bir basamak olarak görülen bu sektörün, hem imalat sanayi ile çok yakın bağları, hem de oluşturulan marka değeri üzerinden önemli bir katma değer oluşturma potansiyeli var.

    Ticaret hizmetleri ile imalat sektörü arasındaki etkileşimin en açık görüldüğü alanlardan biri hazır giyim. Kimi zaman giyim eşyası imalatçıları perakendeci haline gelirken, kimi zaman da moda perakendecilerinin imalat süreçlerine dâhil olduğu görülüyor. Türkiye’de hazır giyim sektörünün büyümeye başlaması, 1980’lerin başlarına rastlıyor. Türk hazır giyim sektörü 1980’li yıllarda küresel moda pazarına entegre olduğunda, yereldeki tekstil sanayinin varlığı hazır giyim imalatçılarına önemli bir avantaj sağladı. Bu sayede Türk imalatçı firmaları küresel zincire sadece fason üretimde değil, tedarik ve dağıtımı da yapacak şekilde dâhil oldular. Küresel firmalar için fason üretim yapan firmalar, zamanla kendi markalarını oluşturup, bunları Türkiye’de ve dünyada pazarlar hale geldiler.

    Hazır giyim sektöründe AR-GE, tasarım, satın alma, üretim, dağıtım, pazarlama ve satıştan oluşan bir değer zinciri var. Bu zincirin her aşaması aynı firma tarafından yapılabildiği gibi, her aşamada farklı firmaların yer aldığı işbirlikleri tanımlamak da mümkün. Zincirde esas katma değer AR-GE, tasarım, pazarlama ve satış ağının etkinliği üzerinden sağlanıyor. Tasarımı ortaya çıkaran ve küresel satış/dağıtım kanallarına sahip olan firmalar, zincirinin tamamını kontrol ediyorlar. Markalaşabilen firmalar, hem en yüksek katma değerli faaliyetleri kendileri yapıyorlar, hem de zincirin diğer aşamalarında ne kadar katma değer üretileceğini ve hangi firmanın katma değerden ne kadar pay alacağını belirliyorlar[1].

    Bu sektörde katma değer, marka değeri ile başa baş gidiyor. Dünyanın en değerli 100 markasının 11’i, moda alanındaki markalar. Kimi perakendecilikle, kimi de üretici kimliği ile tanınıyor[2]. Katma değerin tasarımdan ve satış hizmetlerinden geldiğini fark eden pek çok İngiliz ve Amerikan markası, tasarımı ve katma değerin yüksek olduğu diğer basamakları kendileri yaparken, katma değerin en az olduğu üretim aşamasını ise Türkiye, Çin, Endonezya, Vietnam gibi maliyetlerin daha düşük olduğu ülkelerdeki üreticilere yaptırıyorlar. Bazı Avrupalı firmalarsa, üretimlerine Avrupa’da devam ediyorlar ve bunu marka değerlerini arttıran bir avantaja çeviriyorlar. Her halükarda, kendi değer zincirini oluşturabilen bu markalar, ürünlere kendi etiketlerini bastıkları anda maliyetle satış fiyatı arasındaki farkı önemli ölçüde arttırma şansı yakalıyorlar.

    Türkiye’nin 1980’lerde başlayan küresel giyim imalatı zincirine entegrasyon süreci, zaman içerisinde hem Türk imalatçılarının hem de perakendecilerinin tecrübe kazanmasını sağlamış olsa da, küresel bir Türk markası oluşturmamıza yetmemiş gibi görünüyor. Hazır giyim alanında markalaşma ile ilgili eksikliklerimiz bilindiğinden olsa gerek,  dünyanın devlet destekli ilk ve tek markalaşma programı olan “Turquality”, “10 yılda 10 dünya markası yaratmak” hedefi ile 2004 yılında, öncelikle tekstil ve hazır giyim sektörlerinde uygulamaya konulmuştu. Program her ne kadar zamanla diğer sektörleri kapsayacak şekilde yaygınlaşmış olsa da, hâlihazırda desteklenen firmaların neredeyse dörtte birinin hazır giyim sektöründe yer alması, bu sektörden küresel markalar çıkartmanın kamu tarafından da önemsendiğini gösteriyor[3].

    Ancak, küresel giyim zincirine 1980’ler gibi erken sayılabilecek bir zamanda entegre olmak, hemen yanı başındaki tekstil sektörü sayesinde ortaya çıkan maliyet avantajından faydalanmak, dünyanın en büyük hazır giyim ihracatçılarından biri olmak[4] ve devlet eliyle yürütülen markalaşma programlarından önemli destekler almak gibi avantajlarına rağmen, Türk giyim sektörünün dünyanın en değerli 100 marka listesine hala bir tek marka bile sokamamış olması, sorunu sektör dışında aramak gerektiğine işaret ediyor.

    Markalaşmak, önemli ölçüde yatırım gerektiren ve pahalıya mal olan bir süreç. Markanın ortaya çıkmasından, küresel ölçeğe ulaşmasına dek hem yüklü miktarda yatırım yapılması, hem de zaman harcanması gerekiyor. İlk akla gelen, bu maliyetleri ancak büyük ölçekli firmaların karşılayabileceği. Diğer yandan moda sektörü, yapısı itibarı ile küçük ölçekli işletmelerin ağırlıkta olduğu bir sektör[5]. Örneğin “Made in Italy” ibaresiyle, sadece giyimde değil, mobilya ve yiyecekte de “İtalyan malı” yerine “İtalyan markası” kavramını zihinlere yerleştirmiş İtalya’da da ölçekler bizdekine benziyor[6]. Dolayısıyla, Türkiye’nin küresel ölçekte bir marka çıkartamamış olması, küçük işletme ölçeklerinden kaynaklanmıyor.

    En övündüğümüz sektörlerden biri olan hazır giyim sektöründen tek bir markanın bile en değerli 100 küresel marka listesinde olmamasının önemli nedenlerinden biri, teşvikler dâhil pek çok konuda imalat sektörünün hizmetlerden önde tutulması ve iki sektörün kesiştiği gri alanların göz ardı edilmesi. Değişen ekonomik koşullar, Türkiye’yi sanayi ülkesi olmaktan hizmetler ülkesi olmaya doğru götürüyor. Ama hizmetler sektörünün en önemli bileşenlerinden biri olan ticaret hizmetlerini düzenleyen, sektöre yol gösteren, sektörün hedeflerine ulaşabilmesi için uygun politikaları tasarlayan bir özel ihtisas komisyonunun Türkiye’de ilk kez 2012 yılında kurulmuş olması, Türkiye’den neden küresel markalar çıkmadığı sorusuna cevap ararken gözden kaçırılmaması gereken bir nokta. Önümüzdeki plan döneminde “Made in Turkey” ibaresini “Türk Malı”ndan “Türk Markası”na doğru evirmek, sadece moda sektörü için değil, tüm sektörler için önemli bir katma değer unsuru yaratabilir. Zararın neresinden dönülse kardır, yeter ki atılan adımların arkası gelsin.

     

     


    [1] Fernandez-Stark, vd. “The Apparel Global Value Chain”, Center on Globalization, Governance and Competitiveness, 2011.

    [2] Interbrand, Best Global Brands 2012, http://www.interbrand.com/en/best-global-brands/2012/Best-Global-Brands-2012-Brand-View.aspx

    [3] Turquality, http://www.turquality.com/5.aspx

    [4] Birleşmiş Milletler Comtrade veritabanına göre giyim eşyaları alanında Türkiye’nin 2005 yılı ihracatı, küresel giyim eşyası ihracatının %4,31’i ve 2010 yılı ihracatı küresel giyim eşyası ihracatının %3,76’sı kadar.

    [5] Türkiye’de perakende ticaret sektöründeki firmaların yüzde 99,6’sı ve giyim eşyası imalatı yapan firmaların yüzde 94,8’i küçük işletmelerdir.

    [6] Eurostat, Annual Enterprise Statistics. İtalya’da hazır giyim imalatındaki firmaların %85’i, 9 veya daha az elemana sahiptir (2007).


    * İdil Bilgiç Alpaslan, Ekonomi Çalışmaları, Araştırmacı

    Etiketler:
    Yazdır