Arşiv

  • Nisan 2024 (12)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)
  • Mayıs 2023 (9)

    İran’a dair

    Nihat Ali Özcan, Dr.07 Nisan 2015 - Okunma Sayısı: 1252

    Sayın Cumhur-başkanı Erdoğan’ın İran ziyareti, Yemen müdahalesi ve nükleer anlaşma sonrasında gerçekleşiyor. Son halini haziranda alacak olan, “İran’ı nükleer silah üretmekten vazgeçiren” anlaşma çeşitli açılardan ele alınmayı hak ediyor. İran, önümüzdeki 10-15 yıl boyunca nükleer silah üretmeyeceği garantisi verirken, masanın diğer tarafındakiler yaptırımları kaldırmayı taahhüt ettiler. Şüphesiz anlaşma metnin imzalanması kadar, uygulaması da önemli olacak.


    Anlaşmanın yansımaları
    Nükleer güç olma hedefini erteleyen/vazgeçen İran, iç politikada elini rahatlatırken, orta vadede küresel sistemde daha fazla yer almayı umut ediyor. Özellikle de Ortadoğu’da. Nitekim İran’ın nükleer silahlara sahip olmadan da bölgeyi etkileyebilecek kapasiteye sahip olduğu bir gerçek. Kadı ki “Arap Baharı’nın” başında rejimin geleceğinden kaygılanan İran, baharın kışa dönmesinden en fazla istifade eden ülke oldu. Bu gelişmede güçlü devlet geleneği önemliydi ve kırk yıl önceki rejim değişikliği bunu etkilememişti.


    Jeopolitik avantaj
    İran’ın Şiiliği mezhepten öte siyasal-ideolojik “güç” olarak görmesi, bunu jeopolitik konumuyla bütünleştirmesi ona nükleer projelerden bağımsız ve önemli bir kapasite kazandırmaktadır. Yine Batı’nın Sünniliği Şiilikten çok tehdit olarak görmesi İran açısından çarpan etkisi yaratmaktadır. Önceleri El Kaide, şimdilerde de DAİŞ ve Boko Haram ile tanımlanan “Sünni radikalizmi”, söylem ve korkularıyla Şiiliğe ve İran’a pozitif puan kazandırıyor. Onu, çatışmaların sürdüğü farklı coğrafyalarda uzlaşılabilir, işbirliği yapılabilir potansiyel aktör haline getiriyor.
    Bölge haritasından da kolaylıkla görüleceği üzere, İran, jeopolitik okumalar sayesinde nüfuzunu geniş bir alana yayabiliyor. Batıda Türkiye, Basra Körfezi, kuzeyde Kafkaslar, doğuda Orta Asya,Afganistan var. Sonuçta İran; Irak, Suriye, Lübnan, Afganistan, Bahreyn, Lübnan’a ulaşabilmekte ve etkili olmaktadır. Petrol sevkiyatındaki önemi nedeniyle de stratejisinin ağırlık merkezini Basra Körfezi’ne kurmuş bulunmaktadır.   
    Tahran’da büyükelçi olarak görev yapan, 2004-2006, emekli Büyükelçi Bozkurt Aran, İran’ın Şii jeopolitiğine yaklaşımını şu şekilde açıklıyor. “İran, Şiileri, bulundukları ülkelerde adeta birer “koloniye” dönüştürerek bağımsız politik ve askeri güç haline getiriyor. Ardından da kendi çıkarları için kullanıyor. Bu yöntem, ne inkâra dayanan istihbaratçıların geleneksel “örtülü operasyonlara” ne de bazı ülkelerin doğrudan askeri müdahalelerine benzemiyor. Daha çok,Roma İmparatorluğu’nda Sezar adına koloni inşa eden generallerin stratejilerine benziyor. Nitekim Irak’ta, Lübnan’da, Bahreyn’de, Yemen’de bunu görmek mümkün.”   
    İran, eli daha da rahatlamış olarak bölgedeki askeri-siyasi etkinliğini artırırken, Sünni muhasımları ile rekabetini derinleştirecektir. Ekonomik sisteme girişi ise düşen petrol fiyatları ve reformlar nedeniyle biraz zaman alacaktır.
    Türkiye İran ilişkilerine gelince, ekonomiden, enerjiye, dış politikadan, ulaştırma sektörüne geniş bir yelpazede işbirliği/ilişki kaçınılmaz. Her ne kadar mezhepsel, siyasi ve ideolojik farklılıklar, ittifak ve rekabet ön plana çıksa da taraflar birbirinin ayağına “fazlaca” basmadan yola devam etmeyi tercih edeceklerdir. Ne de olsa, Napolyon’un dediği gibi, “coğrafya ülkelerin kaderi.”

    Bu köşe yazısı 07.04.2015 tarihinde Milliyet Gazetesi'nde yayımlandı.

    Etiketler:
    Yazdır