Arşiv

  • Nisan 2024 (6)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)
  • Mayıs 2023 (9)

    İdlib’de ‘Gözlem Noktaları’ ve güvenlik açığı

    Nihat Ali Özcan, Dr.20 Şubat 2019 - Okunma Sayısı: 1046

    Rusya, Esad ve İran ordusu geçen yılın sonuna doğru Fırat’ın batısını “asilerden” temizlemeye başladı. Geride İdlib bölgesi kaldı. Suriye topraklarının %1’i, nüfusun %15’si ve cihatçıların %95’ini içeren son bölge burasıydı.

    İdlib’de yer alan 30-40 bin silahlı “cihatçının” varlığı, 3.5 milyon mültecinin çokluğu, sadece Türkiye’yi değil, Avrupa’yı da tedirgin etmeye yetti. Çünkü Rusya ve ortakları, ısrarla İdlib’deki silahlı grupları, savaşarak yok etmeyi planlıyorlardı. Tam da tablo böyle iken, Türkiye, Rusya ve İran devlet başkanları 17 Eylül 2018’de Soçi’de bir araya geldiler.

    Türkiye, diğer katılımcıların tersine, İdlib’de mevcut durumun askeri operasyon yerine, “müzakere” ile çözülebileceğini ve buna bir şans tanınması gerektiğini savunmayı sürdürdü. Bazı tereddütlere rağmen bu öneri kabul gördü ve Türkiye ek süre almış oldu. Plan, kabaca, çatışmaların durmasının ardından tarafların “masaya” oturmasının, silahların tesliminin mümkün olabileceği varsayımına dayanıyordu.

    Anlaşma sonrası İdlib etrafında 15-20 km genişlikte bir alan kurulacak, bölge ağır silahlardan arındırılırken, Halep-Lazkiye, Halep-Hama yolları da açılacaktı. Bu amaçla Türkiye, az sayıda askerden oluşan, birbirinden kopuk, 12 gözlem noktası inşa ederek gidişatı gözetleyecekti. Bu, askeri manada, oldukça riskli bir hareketti. Öyle ki HTŞ gibi “cihatçı” gruplar izin vermedikçe bu noktalara ikmal yapmak, yakıt, yiyecek sağlık hizmeti, personel takviyesi sağlamak mümkün değildi.

    Ne var ki istenen sonuçlar tam olarak gerçekleştirilemedi. Özellikle yollar açılamadı, silahtan arınma ihtimali ortadan kalktı. Dahası, Türkiye Fırat’ın batısına odaklanınca, bunu fırsat gören HTŞ (Heyeti Tahriri Şam), 1 Ocak 2019’dan itibaren, İdlib’in %80’ini ele geçirdi. Bu durum Türkiye’yi “Gözlem Noktaları”nın güvenliği için kaygılandırmış olmalı ki Rusya’dan hava sahasının açılması istendi. Dahası, medyaya göre, Fırat’ın doğusundan bir kısım askeri birliği İdlib bölgesine geri intikal ettirdi.

    Bugün itibarıyla, Fırat’ın batısında DAEŞ operasyonları bitme noktasına gelirken, PKK elindeki gücün bir kısmıyla Afrin’de hareketlenebilir. Öte yandan, Türkiye-ABD ilişkilerinde kayda değer bir ilerleme de zor görünüyor. Tam bu aşamada Rus Dışişleri Bakanı Lavrov, Rusya, İran ve Esad rejiminin İdlib’de operasyon yapacağını, Türkiye’nin bazı cepler (güvenli bölgeler) inşa edeceğini açıkladı. Üstelik ateşkes ihlalleri, rejimin bombalamaları gittikçe yoğunluk kazanıyor.

    Bu emareler bize, İdlib’de tarafların “siyasi hedeflerinin” değiştiğini, buna bağlı sahadaki TSK’nın rolünün, görev tanımının ve taktiksel konumunun da hızla değişmesi gerektiğini söylüyor.

    “Çatışmaların Barışçı Çözümünde” üçüncü taraf olduğu varsayımından yola çıkarak, askerlerden müteşekkil Gözlem Noktaları kurmakla, üçüncü taraf rolünün çöktüğü, askeri harekâtın ayak seslerinin duyulduğu bir ortamda görev yapmak farklı konumlanışı gerektirir. Üstelik aktörlerin çokluğu ve güvensizliğin zirve yaptığı bir ortamda her alanda değişiklik elzemdir. Bu gün, İdlib’de TSK için ciddi riskler söz konusu.

    Sadece İdlib’de değil, tüm bölgede Türk askerinin karşı karşıya kaldığı sorunların karakteri değişiyor. İşler her an kontrolden çıkabilir. Gözlem noktası gibi taktik bir konumlanma kontrolsüz bir tırmanmayla “siyasi krize” dönüşebilir. Üstelik seçime giden bir Türkiye’de bunun çarpıcı sonuçları olabilir. Tablo böyle iken, işler ters gittiğinde “üst aklı” sorgulamak yerine, bugünden normal akılla hareket etmek daha az maliyetli olabilir.

     

    Bu köşe yazısı 19.02.2019 tarihinde Milliyet Gazetesi'nde yayımlandı.

    Etiketler:
    Yazdır