Arşiv

  • Mart 2024 (18)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)
  • Mayıs 2023 (9)
  • Nisan 2023 (9)

    Geleceğe umutla bakmanın güçleştiği bir çağda geleceğe umutla bakmak üzerine notlar

    Güven Sak, Dr.15 Mart 2008 - Okunma Sayısı: 1125

     

    Sadun Aren bir iktisatçıydı ve hiç benim hocam olmadı. Hocalarımın hocasıydı. Ben onu daha çok kitaplarından ve ara sıra karşılaştığımız toplantılardan hatırlıyorum. Ve aklımda hep iyi anılar var. Bugün müsaadenizle Sadun Hoca'nın anılarından yola çıkıp iyimserlik üzerine, ülkemizde sol politika üzerine birkaç noktanın altını çizmek istiyorum. Sadun Hoca'nın anısına, bugün, pek severek kullandığım, kraliyet "biz"i ile bezeli üslubu da değiştirmekte fayda var sanırım. Onun hakkındaki yazıyı onun eşitlik idealine verdiği öneme bağlı olarak, farklı yazmakta fayda var. Yoksa hoca bozulabilir. Eşitlik ideali soldur. Sadun Hoca'nın anılarını bilmem okudunuz mu? "Puslu Camın Arkasından" Haziran 2006'da İmge Kitabevi'nden çıkmıştı. Benim gibi, hocanın derslerine yetişememiş olanların, olup bitenleri anılardan öğrenmesi gerekiyor. Bugün hocayı hatırlamak için onun kitabına bakalım isterseniz. Kitabın bende bıraktığı izlenim iyimserlik ve umut oldu. Yalnızca kişisel yaşam ile alakalı değil, dünya ile gelecek ile alakalı bir iyimserlik. Doğrusu ya, ben bugünlerde sola en çok bunun gerekli olduğunu düşünüyorum. Yalnızca Türkiye'de değil, tüm dünyada. Gerekli olan iki şey var. Öncelikle aynaya bakacak cesaret. İkincisi ise yarınlara dair sonsuz bir umut. Sol, sonsuz bir umut kaynağı olmadığı zaman artık sol olabilir mi? Bugün dünyanın her yerinde ilerici politik hareketlerin temel problemi yalnızca kapkaranlık bir kötümserliğe saplanıp kalmak değil midir? Yarınlara bir geçit olmadığını düşünenlerin bugünü yaratıcı bir biçimde eleştirebilmesi mümkün müdür? Mümkün değildir. Eğer o mümkün değilse, sol da mümkün değildir. Sol mümkün değilse, bugünün problemlerine yaratıcı çözümler getirebilmek de mümkün değildir. Çözümün yaratıcılığının kaynağı her zaman için "sistemin dışından" (out of the box) geliyor olmasıdır. "Sistemin dışından" gelen işlevsel eleştiri, "sistemin dayanıklılığını" azaltmaz, artırır. Sol, sistemin kendini sağlıklı bir biçimde yeniden üretmesini sağlar. Sol gereklidir. Şimdi profesyonel yaşamının dışında esas olarak siyasi bir kimlikle tanınan Sadun Hoca'nın Sovyetler Birliği'nin yıkılması, onun neredeyse tüm yaşam süresini kaplayan bir denemenin başarısızlığı hakkında anılarında yazdıklarına bir bakalım. Ben bu bölümü iki nedenle sevdim: Aynaya bakma cesareti ve geleceğe dair iyimserlik açılarından. Buyurun bakalım: "Berlin varoşlarında bir fabrika kuruluyor" diye bir fıkra anlatıyor önce hoca; II. savaş öncesine dair. Herkes fabrikayı oyuncak fabrikası diye biliyor. Ama içeride silah yapılıyor. Adamın biri torununu çok severmiş, yaptıkları parçaların hepsinden birer taneyi eve götürmüş, amaç toruna bir oyuncak yapıp onu sevindirmek. "Parçaları toplamış, eve götürmüş, takmış, ortaya bir makineli tüfek çıkmış. Herhalde yanlış taktım demiş, başka bir parçadan başlayarak yeniden takmış, yine ortaya bir makineli tüfek çıkmış. İşte o makineli tüfeğin parçaları kavramlar, düşünce de makineli tüfek. Bu parçalarla nasıl makineli tüfek ortaya çıkarsa, bu kavramlarla düşünürseniz de ortaya ancak Sovyet tipi sosyalizm çıkar. Onun için eğer siz bugünkü dünya, bugünkü toplumumuz hakkında yeni bir şey düşünmek istiyorsanız, yeni kavramlar bulmalısınız. Eski kavramlarla yeni bir şey düşünemezsiniz. Onun için biz bugün yeni bir toplum, yeni bir sosyalizm düşünüyorsak, proleterya, kapitalist sömürü, emperyalizm gibi kavramları bir yana koymamız gerekir. Çünkü yalnız bunlarla düşünürseniz Sovyetler Birliği yıkılmadan önceki toplumlar ortaya çıkar. Bu kavramları değiştirmek gerek." Ya da şurası nasıl: "Globalleşmeye bağlı olan her şey insanlığın kazanımıdır. İnsanlığın ileri atılmış bir adımıdır." Yukarıdaki satırlarda hem dünkü deneyimin başarısızlığının her şeyin sonu olmadığı yargısı hem de bundan sonra ne olabileceğine dair bir arayış var. O arayışın temelinde ise olsa olsa hayatın akışına dair umut olabilir. Yarının bugünden daha iyi olabileceğine inanmazsanız, yarını bugünden daha iyi kurmak için faaliyet gösterebilir misiniz? Son dönemde solun inandırıcılığının azalmasında temel faktör galiba doğrudan doğruya burada yatıyor: Kötümserlikte. Her şeyin daha kötü olduğunu ve daha da kötüye gideceğini sürekli tekrarlayarak seçim kazanabilir misiniz? Unutmayın, Winston Churchill"in "Size kan ve gözyaşı vaat ediyorum" konuşması aslında zafere giden yolu çizen, umut dolu bir konuşmadır. Sonu umutla bitmeyen bir siyasi konuşma olabilir mi? Olursa, hele hele solda olursa, ortada kişisel kredibilite kalır mı? Siyaset, çatışma ortamında, umutsuzlukta çıkış kapısını gösterebilme sanatıdır. Sol siyasette ise umut işin özüdür. Sol, bir bütün olarak yarının bugünden nasıl daha iyi olabileceği üzerine odaklanmak durumundadır. Aslında kabul edelim ki bu açıdan garip bir çağda yaşıyoruz. Haritası çıkarılmamış yerlerde dolaşıyoruz. Geçenlerde BBC'nin yaptığı bir anket insanların kendi kişisel yaşamlarının gidişatı ile genel olarak ülkenin ve dünyanın gidişatı hakkındaki kanaatlerinin nasıl birbirinden tamamen farklı olduğuna işaret ediyordu. Araştırma İngilizler arasında yapılmıştı. Buna göre, insanların yüzde 93'ü kişisel yaşamları hakkında iyimserlikle doluydu. Kendi aileleri açısından işlerin iyi gittiğini düşünüyorlardı. Ama yine aynı kitlenin yüzde 70'i başka aileler için hayatın pek de iyi olmadığına inanıyordu. Özel yaşamda işler iyi giderken, kamusal yaşamda işler giderek daha kötüye gidiyor. İnsanlar kendi gelecekleri hakkında iyimserken, başkalarınınki hakkında kötümserler. Peki, bu nasıl oluyor? Medyanın sürekli kötü haberleri öne çıkarmasının bunda herhalde bir payı var öncelikle. Dolayısıyla ilk iğneyi medyaya batırmakta fayda var. "Dünya kötü sendromu" (mean world syndrome) diye bir sendromdan bahsedilmesi üstelik medyanın bunları öne çıkararak zihinlere yerleştirdiği (cultivation) iletişim alanında üzerinde durulan bir konu zaten. George Gerbner bu zihinlere yerleştirme işi ile ilgilenmiyor muydu? Ama galiba bu "dünya kötü sendromu" bir tek medyadan kaynaklanmıyor. Aynı zamanda küreselleşme sürecinin kontrolsüzlüğü hakkındaki kanaati de dikkate almakta yarar var. Siz de hayatınızın sizin kontrolünüz dışında bir süreç haline gelmekte olduğuna dair algılamaya sahip misiniz? Küreselleşme korkusu burada "dünya kötü sendromu" ile birleşiyor. Bireyler kontrolsüz bir sürecin içinde geleceklerini kendi ellerine alamayacaklarına giderek daha fazla inanıyor. Bir yandan göreli olarak refah düzeyleri artıyor ama öte yandan dünyada yaşayan herkesin mutsuzluk içinde olduğuna dair bir inancı da içlerinde taşıyorlar. Birbirleri ile ilişkilerinin giderek zayıflaması da bu "kendi mutlu ama herkesi mutsuz gören" ikili yapıyı destekliyor esas olarak. Tüm bunlara bakınca yeni bir sola artan ihtiyacı görmüyor musunuz? Sadun Aren'in anılarının aklıma düşürdükleri bunlardır, efendim. Nur içinde yatsın.

     

    Bu yazı 15.03.2008 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır