Arşiv

  • Nisan 2024 (7)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)
  • Mayıs 2023 (9)

    Tuzla tersanelerindeki ölümler mi önemli, 3 çocuklu aileler mi

    Güven Sak, Dr.20 Mayıs 2008 - Okunma Sayısı: 1075

     

    Sizce hangi konu Türkiye ekonomisinin tempolu büyüme sürecine ilişkin temel bir probleme işaret ediyor? Tuzla tersanelerindeki işçi ölümleri mi yoksa Türkiye'de ailelerin boyutlarının küçük olması mı? Geçen pazar uzun uzun yazdık: İktisat literatürü, aile başına çocuk sayısının ortalama olarak üçe çıkarılmasının Türkiye'nin güncel ve gelecekteki iktisadi büyüme meseleleri ile bir alakası olmadığını gösteriyor. Ama buna karşın Tuzla tersanelerindeki işçilerin güvenliği meselesi Türkiye ekonomisinin tempolu büyüme sürecinde güncel bir probleme işaret ediyor gibi gözüküyor: Türkiye ekonomisinde AKP iktidarı döneminde gözlemlenen tempolu büyüme süreci bir kapasite kısıtına çarpmış gibi duruyor. Türkiye ekonomisinin büyüme performansı üzerine kafa yoranların giderek görünür hale gelen bu tür kapasite kısıtları üzerine düşünmeye başlamalarında fayda bulunuyor. Türkiye ekonomisinin bugün için en temel problemlerinden biri, çalışan sayısının değil, işgücünün beceri düzeyinin ve de verimliliğinin artırılmasıdır. Merak edenleri aşağıya bekleriz efendim.

    Türkiye ekonomisi tam yirmi beş çeyrektir pozitif bir büyüme sergiliyor. Son zamanlarda büyüme oranı giderek azalıyor. Ekonomimiz bir yavaşlama süreci içine girdi. Ama daha önce de vurgulamıştık. Sektörler hep birlikte hereket etmiyorlar. Son dönemde bazı sektörler diğerlerinden daha hızlı büyüyorlar. Ortadaki bu asimetrik büyüme performansı Türkiye ekonomisindeki hızlı yapı değişikliğine işaret ediyor. Küreselleşme süreci ekonomimizin yapısını kendiliğinden değiştiriyor. Hükümetimiz seyrederken Türkiye onların istediği biçimde yapı değiştiriyor. Bazı sektörler diğerlerinden daha önemli hale geliyorlar. Bazıları ise kan kaybediyor. Ama bir bütün olarak bakıldığında büyümenin alevi giderek azalıyor.

    Gemi inşa sanayii hızla büyüyen sektörlerden bir tanesi. İstanbul Bilgi Üniversitesi'nden Aslı Odman bu sektörün son üç sene içinde iş hacmini üçe katladığını söylüyor. Çin'deki büyüme, dönüp dolaşıp, İstanbul'da Tuzla tersanelerinin iş hacmini artırıyor. Çin'in artan ticaret hacmi, taşımacılığa olan talebi, o da gemi inşasına yönelik siparişleri artırıyor. Artan gemi siparişleri aynı tersanedeki iş yoğunluğunu artırıyor. Aynı alanda daha fazla sipariş, daha fazla vardiya ile ama aynı organizasyon ve iş yapma biçimi ile yetiştirilmeye çalışılıyor. Dünyanın bir ucunda bir kelebek kanat çırpsa, etkilerini buralardan bir fırtına biçiminde izleyebilmek mümkün oluyor. Biz Tuzla'ya bir de bu açıdan bakmanın gerekli olduğunu düşünüyoruz.

    Hızla büyüyen bir sektör mevcut kapasitesini zorlayan bir işlem hacmini taşımaya çalışıyor. Gemi inşa sanayii kendi kapasite kısıtına dayanmış gibi duruyor. Aslında iş kazası istatistiklerine bakınca iş kazasının daha yoğun olduğu sektörler var. Birincilik gemi inşa sanayiinde gözükmüyor. Yine Makine Mühendisleri Odası'nın derlediği istatistikler, 2006 yılında da önceki yıllarda olduğu gibi, iş kazalarının yüzde 61'inin esasen 1 ila 50 işçi çalıştıran küçük işletmelerden kaynaklandığını gösteriyor. Ayrıca uzun dönemli bakıldığında sigortalı çalışan sayısına oranla iş kazaları azalıyor da. Ancak hızlı büyüme Tuzla'da iş kazalarını artırmış gibi duruyor. Yoksa tersaneler herhalde dün hangi kurallara tabi olarak çalışıyorlarsa bugün de aynı kurallara göre çalışıyorlar. Ama giderek artan bir kapasite kısıtı kendisini hissettiriyor.

    Bu durum aslında bugünlerde Türkiye ekonomisinin temel büyüme problemlerinden birisi. Türkiye ekonomisi tempolu bir biçimde büyürken bir kapasite kısıtına çarpmış gibi duruyor. Gelin yalnızca işgücü piyasasına bakarak şöyle bir düşünelim: Türkiye'nin hızla büyüyen sektörleri, kendi alanlarında beceri sahibi işçilere ihtiyaç duyuyorlar. Ancak hızlı büyüme sürecinin kendisi aranan becerilerle mevcut beceriler arasındaki uyumsuzluğun giderek daha belirginleşmesine sebep oluyor. İşverenler çalışacak işçi aradıklarında birilerini buluyorlar ama kendi aradıkları becerilere sahip işçileri bulamıyorlar. O vakit hizmet içi eğitim de verseniz, dışarıdan kurs da ayarlasanız ya da hiçbir şey yapmayıp, yeterli becerilere sahip olmayan talipliyi işe de başlatsanız ekonominin bütünü açısından bakıldığında bir verimlilik kaybı ortaya çıkıyor. Ekonomik büyüme süreci ne yaparsanız yapın bir kapasite kısıtına çarpmış oluyor. Bu arada işçi sağlığı da tehlikeye giriyor. İyi mi oluyor? Elbette son derece kötü oluyor.

    Tempolu büyümeyi devam ettirmeyi temel şiar edinmiş bir hükümet, önceliği herkes için zararlı bu kapasite kısıtlarına vermelidir. Bu tür genel altyapı problemlerinin tek tek işverenlerin alacağı önlemlerle çözüme kavuşması beklenmemelidir. Kamunun, İŞKUR vasıtasıyla devreye girerek, aktif işgücü politikaları ile mevcut çalışanların beceri düzeyini yükseltmeye çalışması gerekir. Bunu özellikle kapasite kısıtları nedeniyle darboğazın kendisini giderek daha yakından hissettirdiği sektörlerde yapmalıdır. Bu noktada herhalde sormamız gereken soru şu olmalı: Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'na bağlı olan İŞKUR son dönemde hızla büyüyen gemi inşa sanayiine destek olmak ve işçilerin hayatını korumak üzere kaç tane eğitim programı düzenlemiştir? Bu programlarda kaç kişiyi eğitmiştir?

    Tekrarlayarak bitirelim: Türkiye'nin güncel büyüme meselelerinin üç çocuklu ailelerle ideolojik bir alakası elbette kurulabilir. Ancak büyüme ile üç çocuk konusunun teknik ve pratik hiçbir ilişkisi yoktur. İşgücüne beceri kazandırılması hem verimlilik artışları ile büyümeyi hızlandıracak bir kamu politikası aracıdır hem de hayat kurtarabilir. İŞKUR'un elindeki İşsizlik Sigortası Fonu'nun kuruluş amacı GAP yatırımlarını finanse etmek değil, tam da budur.

    Türkiye ekonomisi öncelikler doğru tespit edilmediği için yavaşlamaktadır.

    İlgilisi varsa saygıyla duyurulur.

     

    Bu yazı 20.05.2008 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır