Arşiv

  • Nisan 2024 (12)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)
  • Mayıs 2023 (9)

    Sol dalga ille de sol parti mi gerektirir?

    Güven Sak, Dr.20 Haziran 2008 - Okunma Sayısı: 1175

    Memleket uzatılmış bir bayram tatilinde. 2007 yılından beri sık aralıklarla kutlamakta ısrarlı olduğumuz "akıl dışının bayram haftası" bu kez iyice uzadı. Bu kez bir cumhurbaşkanlığı seçimi ile başlayan ve anlamsız bir anayasa değişikliği ile tepe noktasına ulaşan bayram kutlaması halen kapatma davasıyla devam ediyor. Bu arada uluslararası finansal krizin ya da artan petrol ve gıda maddesi fiyatlarının memleket açısından ne anlama geldiğine bakamıyoruz. İklim değişikliğinin hangi ülkeleri nasıl sular altında bırakacağını, bunun daha bugünden izlenebilen ve bugünümüzü etkileyebilme kapasitesine sahip sonuçlarının neler olduğunu filan da inceleyemiyoruz. Malum gündem dolu. Etrafta bir karşılıklı konuşmadır gidiyor. Siyasi liderler habire konuşuyor. Sonuçta bir de bakıyorsunuz ki, incir çekirdekleri hâlâ boş duruyor. İsterseniz artık bu uzatmalı komadan çıkalım. Geçenlerde bir pazar Referans'ında "Yoksa yeni bir sol dalganın başında mıyız" diye sormuştuk. Hatırladınız mı? İyi ki de sormuşuz. Meğer aynı konuyu düşünen başkaları da varmış. İşte o günden beri, aynı konuyla ilgili, Referans'tan sütun komşumuz Sayın Nabi Yağcı ile Taraf'tan Sayın Cemil Ertem ikişer yazıyla meseleyi ele aldılar ve yeni boyutlar kattılar. Müsaadenizle bugün bıraktığımız yerden devam edelim.

    Önce çıkan kısmın özeti: Spence Komisyonu'nun Sürdürülebilir Büyüme ve Kalkınma konulu raporu gelişmekte olan ülkeler açısından bakıldığında "sürdürülebilir büyüme için etkin devlet ve kamu yatırımlarının önemini vurguluyor"du. Biz de bundan kalkarak dünün kökten piyasacı yaklaşımlarının galiba sonuna yaklaştığımızın altını çizmeye çalışmıştık. Hatta biraz ileriye gidip, yazıda yeterince tartışılmayan ama işte o ilgi çeken tespiti ortaya atıvermiştik: "Dördüncü bir tespit güzel olurdu derseniz, hemen bir sonuca daha atlayalım: Sağ yerine solun daha önemli olacağı bir yeni çağın başındayız galiba. Küreselleşme sürecinin getirdiği fırsatları anlayan, piyasa mekanizmasının önemini kavramış, -ki Karl amca hep öyleydi- bir solun daha önemli olacağı bir çağın başlangıcında küreselleşme süreci başka nasıl insanileşebilir ki?" Spence Komisyonu Raporu, açıklıkla böyle bir şey demiyordu ama doğrusunu isterseniz bizim aklımızda kalan tat tam da bu kıvamdaydı. Madem ki bu bir tartışma sürecidir. Gelin bugün iki soru soralım ve kısa kısa cevaplamaya girişelim.

    İlk soru: Kamu yatırımlarına ağırlık veren bir iktisadi program ille de sol mudur? Acaba ne zaman sol olur? El cevap: Üstadımız Hayek'in bize öğrettiği şudur: Ekonomide, amacı ne olursa olsun, piyasanın işleyişine karışmamak gerekir. Piyasanın işleyişine her tür müdahale, aynı hastayı ameliyat etmek gibi, mutlaka istenmeyen, önceden planlanmamış bir hasar bırakır. Bu nedenle piyasanın tüm aksak işleyişine rağmen kendi başına bırakılmasında fayda vardır. Refah iktisadının temel teoremleri tam da bu konuyu ele alır. İktisat politikası açısından bakıldığında sağ olan budur. Böyle bakıldığında her türden kamu müdahalesi sol olur. Ama bu durumda, Hitler'i de iktisadi açıdan bakıldığında solda görmek gerekir. Görmemek için, kamu müdahalesi ve de kamu yatırımları ile neyin planlandığına bakmakta fayda vardır. Amaç elbette özel sektörün gelişmesinin önünü açmaktır. Ekonominin hızlı büyümeden kaynaklanan kapasite kısıtlarını ortadan kaldırmaktır. Tarihin bu noktasında kapasite kısıtının temelinde, bireylerin beceri setinin yeniden tasarımı bulunmaktadır. "Hiç kimsenin geride kalmadığı" bir küreselleşme süreci temel ihtiyaçtır. Herkesin küreselleşme sürecinin nimetlerinden daha fazla yararlanabilmesinin özü, herkesin başlangıç donanımlarının güçlendirilmesidir. Dünyadaki tüm insanları daha fazla refah yaratabildikleri bir verimlilik düzeyine ulaştırmak, kıt kaynakların daha etkin ve esas olarak da enerjinin daha verimli kullanılmasını sağlamak gerekmektedir. Ekonomilerin kapasite kısıtlarının esası da bugünlerde buradadır. Küreselleşme sürecine korkmadan katılabilmeyi sağlamanın yolu, bunun için gereken donanımı edinebilmekte, herkese eşit fırsatlar sunmaktır. Eşitlikçilik şiarı bugünün kamu yatırımları politikasının temeli olma eğilimindedir. Bizim etraftaki tartışmalardan anladığımız budur. Küreselleşme sürecinin insanileştirilmesi budur. Eşitlikçilik apaçık soldur. Gelelim günün ikinci sorusuna: Bireylerin küreselleşme sürecine eşit şartlarda hazırlanmasını ve katılmasını sağlayacak politikaların taşıyıcısı ille de sol partiler mi olacaktır? El cevap: Evet ve de hayır. Doğrusunu isterseniz, bugünlerde olup bitenler Turgut Özal'ın bir aralar dilinden düşürmediği "oynak merkez" yaklaşımını aklımıza düşürüp duruyor. Küresel eğilimlere baktığımızda merkezin sola, daha fazla kamu müdahalesine ve de eşitlikçi değerlere doğru kaymakta olduğu bir sürecin başında gibi duruyoruz. Normal şartlarda, bu politika çerçevesinin belirginlik kazanması için, tekrarlayalım, "küreselleşme sürecinin getirdiği fırsatları anlayan, piyasa mekanizmasının önemini kavramış" bir sol partiye şiddetle ihtiyaç vardır. Sağ partileri yeni merkeze doğru çekecek olan ancak bir sol parti olabilir. Dayanamayıp, planlanmamış bir üçüncü soru ile bitirelim: Peki, Türkiye özelinde meseleye bakıldığında acaba AKP o sol mudur? Aynı işlevi mi görmektedir? Hemen "yok canım" demeyin, lütfen. Bir düşünün.

    Bu köşe yazısı 20.06.2008 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır