Arşiv

  • Nisan 2024 (13)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)
  • Mayıs 2023 (9)

    Ebola salgını ile IŞİD terörü arasındaki benzerlik nedir?

    Güven Sak, Dr.20 Ekim 2014 - Okunma Sayısı: 2007

    Dünyanın derdi bitmiyor. Daha önce vaki olmayan işler başımıza geliyor. Türkiye’nin değil, dünyanın başına. Bir nevi böyle avunabiliriz. Ben bugünlerde Gine, Liberya ve Sierra Leone’yi kasıp kavuran Ebola salgını ile doğrusu ya, bölgemizi altüst eden Irak ve Suriye kaynaklı IŞİD terörü arasında bir dizi paralellik görüyorum. Bu benzerlikler nedeniyle aslında ikisine de küresel bir çözüm üretmek gerekiyor. Müsaadenizle bir altını çizeyim.

    Ebola hastalığı, adını Kongo’daki bir nehirden alıyor. Virüs, 1976 yılında ilk olarak bu nehrin yakınlarındaki küçük bir kasabada teşhis edilmiş. Adı ondan Ebola olmuş. Yani Ebola ilk kez ortaya çıkmıyor. Hastalık, bundan önce birkaç yüz kişinin ölümüne neden olmuş. Ancak bu sefer durum daha ciddi. Dünya Sağlık Örgütü, 2014 Aralık ayında hastalığın haftada 10 bin yeni vakada görülebileceğini söylüyor. Peki, neden?

    1950’lerde Afrika’da nüfusun yüzde 14,7’si kentlerde yaşıyormuş. 2000’lerde bu oran ortalama yüzde 37,2 olmuş. Bugünlerde Ebola salgınının ortalığı kasıp kavurduğu Liberya’da bu oran yüzde 49 civarında. Aynı oran Gine’de yüzde 49,2, Sierra Leone’de de yüzde 40’larda. Yani kentleşme oranı bu ülkelerin hepsinde ortalamanın üzerinde. Mesela, Avrupa’yı 1350’lerde kasıp kavuran Kara Veba, Avrupa’ya 1347’lerde Sicilya’daki liman kentlerinden gelmiş. Kıtaya yayılması da liman kentleri vasıtasıyla olmuş. Vebalılar Avrupa şehirlerine gemilerle gelerek hastalığı yaymışlar. Nüfus ne kadar kalabalıksa, yayılma etkisi de o kadar çok olmuş. O yıllarda Avrupa’da kentleşme oranı yalnızca yüzde 10’lar civarındaymış. Aynı 1950’lerdeki Afrika gibi. Türkiye’yi zaten biliyorsunuz. Kentleşme 1960’larda yüzde 30’lardaydı. Şimdi ise yüzde 75’lerde. Yani dünle kıyaslandığında, bugün şehirleşmenin yaygınlaşması ve hızlanması, Ebola salgını açısından işimizi daha bir zorlaştırıyor. Zira salgının yayılmasını kolaylaştırıyor. Bu galiba dikkate almamız gereken ilk etki.

    İkincisi, Afrika ülkeleri hızla büyüyor. Şehirleşme artıyor. Ancak ortada bir idari/düzenleyici kapasite problemi var. Ülkeler büyüyüp kentleşme hızlanırken bu süreci yönetecek idari kapasite aynı hızla güçlenmiyor. İyi yönetilmeyen kentleşme neye yol açıyor? Elbette keşmekeşe. Ülke içindeki eşitsizlikleri artırıyor. Bir nevi, “biri yer, biri bakar, kıyamet ondan kopar” atmosferi yaratıyor. Bakın mesela Afrika’ya, Liberya niye zorlanıyor? Sınırları dâhilinde son bir yılda 4300 Ebola vakası tespit edilen Liberya’nın bu işle mücadele edebileceği yalnızca 620 yataklık sağlık tesisi var. Fazlası yok. Hâlbuki çok daha fazlası lazım. Ama yok. Şimdi bu küresel eşitsizlik değil mi? Öyle.

    Peki, sağlık tesisi olsa yeter mi? Yetmez. Bakın Afganistan’a. Afganistan, bir nevi hastane ve organize sanayi bölgesi çöplüğü gibi oldu. Geçenlerde Pentagon’dan bir ekip, Türkiye’de, Afganistan’da hastane yönetebilecek ekip arıyordu. Hastane yönetmek için önce bir beceri seti lazım. Sonra, kamu-özel fark etmez, bir sağlık sigortası sistemi lazım. Elektrik lazım. Hastaları taşıyacak helikopter, ambulans, yol, pist lazım. Yani çok şey lazım. Ben Türkiye’de iyi yönetilmeyen kentlerden bahsederken, “Ankara’nın hayvanat bahçesine ne oldu?” diye dertleniyorum. Orada işin kökü çok daha derinde. Bu şimdi bir büyük eşitsizlik kaynağı değil midir? Bu şartlar altında salgın hastalık yönetilir mi? Yönetilmez. Hem yatırımlar yoluyla Afrika’da milleti köyden kente toplayacaksın, hem de kentlerin altyapısı hiçbir biçimde olmayacak.

    Üçüncüsü, Afrika’nın salgın hastalık problemi bir tek Afrika’nın salgın hastalık problemi değildir. Ülkeler ve kıtalar arasında bağlantıların bu kadar arttığı bir çağda hiç kimse kendini güvende hissedemez. 14. yüzyılda Avrupa’yı kasıp kavuran veba o ülkelere gemilerle dışarıdan gelmişti. Bugün uçaklar mesafeleri kısalttı. İnsanoğlu artık kuş misali. Salgın hastalıklar karşılıklı etkileşimle insandan insana seyahat ediyor. Bugün 700 yıl öncesine göre birbirimize daha sıkı bağlıyız. Bu çağda yerelde başlayan salgını, sınırlarda durdurmak mümkün değil. Sınırları kapatmak akıl karı da değil.

    Amerika’da Ebola virüsü taşıyan bir hasta ile ilgilenen iki hemşire hasta oldu. Hatta bu hemşirelerden biri, ateşinin çıktığını Salgın Hastalıklar Merkezi’ne rapor etti. Ateşi sınırın altında olduğu için birkaç uçak değiştirerek merkeze gelmesine izin verdiler. Şimdi Amerikalılar yeni bir Ebola Merkezi kurarak başına bir Ebola Çarı getirmeyi düşünüyorlar. Bu arada, o hemşirenin bindiği uçakların yolcularını ve havaalanında bulunanları test etmek için arıyorlar. Çünkü hemşire hakikaten Ebola virüsünü kapmış. Bu kıssanın hissesi nedir? Daha gelişmiş ülkelerde bile Ebola için etkili bir sağlık protokolü yoktur. Oluşturmak gerekir. Bu da dördüncü nokta.

    Geleyim beşincisine. Bir süreden beri, G20 gündeminde bir altyapı yatırımları tartışması var. Ben Türkiye’nin 2015 yılındaki dönem başkanlığında bu son derece geniş altyapı gündeminin önceliklendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Salgın hastalıklarla kaynağında, yani çoğu zaman en az gelişmiş ülkelerde mücadele için yapılması gereken altyapı yatırımları, bana bizim buralardaki istihdam gündemi için önemli gibi geliyor. Ebola salgını böyle devam ederse küresel büyüme için bir tehdittir. Hem o ülkelerin altyapısı için, hem de Afrika’yla ticaret yapmak için sırada bekleyen herkes için kötüdür.

    Diyeceksiniz ki, İŞİD bu işin neresinde? Baştan itibaren sayın. Aynı küresel eşitsizlik ortamı, bazı ülkelerde orta sınıfın güçlenmesini engelleyerek IŞİD terörüne zemin hazırlamaktadır. Aynı kentleşme ortamı, terör için de uygun zemindir. Kentlerin kalabalığında kimse kimseyi tanımaz. Aynı idari kapasite eksikliği, IŞİD benzeri örgütlerin de hareket kabiliyetini artırmaktadır. Aynı biçimde, bu hastalıkla mücadele için de sağlam güvenlik protokollerimiz ne yazık ki yoktur. Batıda da yoktur, doğuda da.

    Ben IŞİD ile Ebola belasının aynı kaynaktan beslendiğini, aynı özellikleri taşıdığını düşünüyorum. İkisiyle de ancak küresel işbirliği ile baş edilebilir. Öyle tek başına kurtuluş yoktur. Not etmiş olayım.

    gs1020.520px

     

    Bu köşe yazısı 20.10.2014 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.

    Etiketler:
    Yazdır