Arşiv

  • Mayıs 2024 (1)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    Korumacılık ne zaman meşru bir argüman olur

    Güven Sak, Dr.10 Şubat 2009 - Okunma Sayısı: 1044

    Evvelki gün İngiliz işçileri "İngiliz işi, İngiliz işçisinindir" sloganıyla gösteri yapıyorlardı. Dünya, daha önceden bilmediğimiz değil, bir süreden beri unuttuğumuz bir ara dönemden geçiyor. Bu ara dönem nasıl olsa geçecek. Meçhul olan, bundan sonra ne olacağıdır. Bundan sonra ne olacağı, bugünlerde yapacaklarımızla yakından alakalıdır. Neler oluyor? Olan şudur: Küresel ekonominin serbestiyet içinde işlemesini sağlayan mekanizma artık işlevini yerine getiremiyor. Böyle bir dönemde önümüzde iki seçenek bulunuyor: Ya küresel krizin küresel bir çözüm gerektirdiğini kavrayıp küresel tedbir alacağız ve hep birlikte uygulayacağız ya da "Bundan böyle, her koyun kendi bacağından asılır" diyeceğiz. "Bundan böyle her koyun kendi bacağından asılır" kaderciliği yalnızca korumacılığı norm haline getirir. Korumacılığı istemeyenlerin, içinde bulunduğumuz bu ara dönem için, "küresel geçiş dönemi finansal mimarisi" hakkında somut bazı öneriler ortaya koyması gerekir. Lafla peynir gemisi yürümez. Bu dönemi "korumacılık kötüdür" sloganı ile geçiştirmek mümkün değildir. Gelin bakın neden değildir? Uluslararası Finans Enstitüsü'nün (IIF) uluslararası fon akımlarına ilişkin 2009 yılı öngörüsü geçen hafta bu sütundaydı. 2007 yılında 929 milyar dolar olan gelişmekte olan ülkelere yönelik fon akımları tutarı 2008 yılında 466 milyar dolara inmişti. IIF, bu tutarın, 2009 yılında 165 milyar dolara gerilemesini bekliyordu. Bu, fon akımlarının serbestleşmesi sürecinde, bir nevi "1980 öncesine dönüş" anlamına gelmektedir. İçinden çıktığımız serbestiyet döneminin başlangıcı 1980 yılıdır. ABD'de yurtdışında ABD Doları cinsinden piyasaların gelişmeye başlamasına imkân veren düzenlemeler o vakitlerde yapılmıştır. İsterseniz şöyle diyelim: Uluslararası fon akımlarının devletten devlete finansal akımlar olmaktan uzaklaşıp, finansal piyasalar eliyle gerçekleştirilmesini temin eden küresel finansal mimari 1980'lerin başında inşa edilmiştir. Küresel finansal mimari, bu açıdan bakıldığında, fonların içinde akacağı kanalların inşa edilmesi demektir. Bugün için sorunumuz şuradadır: Merkezdeki finansal sistemle aramızdaki bağı oluşturan bu fon akım kanallarından artık eski miktarda fon bizim buralara doğru gelmeyecektir. Hal böyle olduğunda, küresel ekonomiye entegre olan ülkeler arasındaki "politika koordinasyonu" kendiliğinden gerçekleştirilemeyecektir. İşte günün yakıcı meselesinin "küresel politika koordinasyonu" olmasının manası budur. Dün piyasa mekanizması eliyle ve fon akımları kanalı vasıtasıyla kendiliğinden gerçekleştirilen politika koordinasyonunun bugün nasıl sağlanacağı meçhuldür. Küresel ekonominin finansal mimarisi artık işe yaramamaktadır. Hatırlayın dün nasıl olurdu? Alması gereken tedbirleri almayan ülkelere yönelik fon akımları giderek azalırdı, o vakit oralarda bir intibak süreci başlardı. IMF devreye girerdi. "Uyum" yeniden sağlanırdı. Şimdi artık bu sistem böyle çalışamıyor. Washington'ın, fon dağıtımı açısından, New York'tan daha önemli olduğu bir ara dönemde, politika koordinasyonunda, devletlerin giderek daha fazla yer alması gerekecektir. Bu ilk tespitimizdir. Gelelim ikinci tespite: Uluslararası fon akımları gelişmekte olan ülkelerden kaçıp, ABD'de toplanmaya başlamıştır. Bunun nedeni, şimdilik, ABD'nin büyüyen bütçe açıkları ve bunun yol açtığı sonuçlar değildir. Daha oraya gelmedik. Ama bakın oraya da geleceğiz. Fonların ABD'de toplanmasının nedeni bizim gibi ülkelere fon aktaran hedge fonları benzeri mekanizmaların neslinin tükenmeye, boyutlarının küçülmeye başlamış olmasıdır. Dolayısıyla daha geçen yılın ortalarında bu sütunda konuştuklarımız gerçek olmaya başlayınca, buralara yönelik fon akımlarının daralması olasılığı artmıştır. Gelişmekte olan ülkelere yönelik fon akımlarını daraltan yapısal bir neden vardır. Bu ikinci tespitimizdir. Bağlantılı üçüncü tespitimiz ise ortadadır: ABD'nin büyüyen bütçe açıkları nedeniyle bizim gibi ülkelere yönelik fon akımı daralmasının daha da derinleşmesini beklemek gerekebilir. Daha işimiz vardır. Bu durumda, ne yapmak gerekir? Madem ki fonlar ortadan kalkmış değildir, bu günlerde, Türkiye benzeri ülkelere yönelik, fon aktarımını hedefleyen bir geçiş dönemi düzenlemesine ihtiyaç vardır. Bu dönemin miktar intibakının en az hasarla atlatılabilmesinin yolu, devletten devlete fon akımlarını yeniden devreye sokacak, kuralları belli bir yeni mekanizma kurmaktır. Sorun; geçici bir köprü yaparak tıkanan yolu, bir an önce açmaktır. IMF bu rolü elbette üstlenebilir. IMF'nin 600 milyar dolarlık borçlanma isteğinin manası burada aranabilir. Ancak küresel ekonominin selametini amaçlayan bir küresel politika koordinasyonu devletler düzeyinde inşa edilmeden, IMF dahil hiçbir aktörün bu piyasalardan kendi başına borçlanabilmesi, kendi başına iş yapabilmesi mümkün değildir. Almadan vermek Allah'a mahsustur. Bu da olsun dördüncü tespit. G-20 toplantılarının küresel politika koordinasyonu ve geçici fon aktarım mekanizması konusunda mesafe alamaması halinde korumacılık meselesi hep gündemde kalacaktır. "Her koyun kendi bacağından asılacak"sa, bu ara dönemde, korumacılık meşru olur. O vakit kimse korumacılığın meşruiyetini tartışamaz. Zararı hepimiz görürüz ama meşruiyeti tartışılmaz. Günün beşinci tespiti tam da budur.

    Birinci en iyi olmuyorsa, ikinci en iyi olur. Türkiye'nin pazarlık masasına hazırlıklı oturmasında fayda vardır.

    Bu yazı 10.02.2009 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır