Arşiv

  • Mayıs 2024 (1)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    Kriz üzerine nasıl düşünmek gerekir

    Güven Sak, Dr.26 Şubat 2009 - Okunma Sayısı: 967

    Bildiğimiz dönemin en büyük iktisadi krizinin tam ortasındayız ve kafalarımız hâlâ karmakarışık. Tartışmalara hâkim olan iki yaklaşım var: Bunlardan ilki, tamamen çaresiz bir biçimde, dışarıda başlayan bir felaketi önlemek için içeride fazla bir hareket alanı olmadığı kanaatinde. Derin bir "yok artık canım mahcubiyeti" hemen seziliyor. Bir nevi, "Biz kimiz ki, bu kocaman felaketle tek başımıza başa çıkabilelim" tavrı seziliyor. İkinci yaklaşımda ise lafa sanki daha bir umutlu başlanıyor. Önce yapılabilecek olanlar alt alta şöyle bir sıralanıyor. Sonra o uğursuz soru ortaya servis ediliyor: "Peki ama bütün bunları gerçekleştirmek için kaynak nerede?" Laf işte tam da bu noktada bitermiş gibi derin derin susuluyor. Yine aynı "yok artık canım mahcubiyeti" etrafı kaplayıveriyor. Bu krizi aşmanın yolu, bu ikilemden kurtulmaktadır. Yapılabilecek olanlar vardır. Kaybedilen her saat alınabilecek tedbirlerin etkisini azaltıp, krizin maliyetini artırmaktadır. Türkiye, en azından bir altı ayı kaybetmiş bulunmaktadır. Kanama ortadadır. Peki, bu ikilemi aşıp, üzerine odaklanmamız gereken yol nerededir? Dünya ekonomisi bir ara dönemden geçmektedir. Önce bu ara dönemin manasını açık bir biçimde ortaya koymak gerekir. Bu dönemde, dünyada eksik olan likidite değildir. Problem, bu likiditeyi bizim gibi ülkelere taşıyan kanalların çökmüş olmasıdır. Problem, bu likiditeyi, belki biraz da çoğaltarak, reel kesime ve tüketicilere taşıyan kanalların ortadan kalkmış olmasıdır. Tekrarlayalım: Problemimiz zinhar para eksikliği problemi değildir. Problem, ortadaki paranın onu harcamak isteyeceklere doğru akmıyor olmasıdır. Problem, aktarım kanalındadır. Düne kadar işlevini, sessiz sedasız ve de sitemsiz yerine getiren mekanizmalar artık devre dışındadır. Bu birinci meseledir. Burada da öyledir. Orada da öyledir. Peki, bu durumda ne yapmak gerekir? Bu durumda merkez bankası faiz indirimleri bir işe yaramaz. Yaramayacaktır. Yapılması gereken, parayı, onu harcamak isteyeceklere doğru aktarmaktır. Ortada piyasa mekanizmasına dayalı bir aktarım imkânı yoksa, o vakit, devreye devletin girmesi gerekir. Devletin devreye giriyor olmasının nedeni, sosyalizmi inşa etmek filan değildir. Bunu söyleyenler, hem içinde bulunduğumuz dönemin ne olduğunu kavrayamayanlar hem de sosyalizmin ne olduğunu hiç mi hiç bilmeyenlerdir. Devletin devreye giriyor olmasının nedeni, sistemin bekasını sağlama alma çabasıdır. Madem ki ortada mekanizma yoktur, o vakit, sistem içi bir mekanizma icat etmek gerekmektedir. Hadise zorunluluk kaynaklıdır. Peki, ne yapacaktır bu devlet? Gayet basit: Bir yerlere doğru akmadığı için, belli noktalarda biriken kaynakları önce borçlanarak kendisinde toplayacak ve sonra topladığı bu kaynakları dağıtacaktır. Dünyanın her tarafında yapılan budur. Devlet bu yolla, bir nevi, finansal piyasaların yerini almaktadır. Nasıl nitelerseniz niteleyin, bugünlerde olup biten budur. Burada sorun nedir? Sorun kaynak dağıtımında hakikaten "harcama yapmak isteyenleri" seçebilmektir. İlk mesele, kaynak aktarımı ise ikincisi, bu kaynak aktarımının doğru yapılmasıdır. Peki, bütün bu kamu müdahaleciliği ne işe yarayacaktır? Türkiye ekonomisi 2009 ve de 2010 yıllarında daha az küçülecektir. Tespiti hemen yapalım: Türkiye ekonomisi, 2009 yılında tarihi bir küçülme süreci içindedir. 2008 yılı son çeyrek rakamları buna işaret etmektedir. Merkez Bankası anketinde şimdilerde daha yüzde 0,4 gibi görünen küçülme beklentisi, gelenin büyüklüğü karşısında olsa olsa şaka gibidir. Ortadaki kaynakları kamu eline toplayıp, yeniden dağıtmak yoluyla sağlanacak iktisadi aktivite, eğer harcama kanalları doğru seçilirse küçülmeyi sınırlandıracaktır. Beklenti anketindeki rakamı gerçekçi kılacaktır. Bu da günün üçüncü meselesidir. Demek ki neymiş? Bu geçiş döneminde, geçiş dönemi dinamiklerine uygun olarak kamu harcamalarının artırılması gerekirmiş. Peki, bunu inanılır bir biçimde yapmanın yolu nedir? Bunu inanılır yapmanın yolu, çok yıllık yeni bir mali disiplin kavramını maliye politikasının amentüsü haline getirmektir. Aksi takdirde, zaten parça parça olmuş, şaka gibi bir bütçe ile gereken kredibiliteyi tesis edebilmek mümkün değildir. Kredibilitenin kaynağı nedir? Ortaya kapsamlı ve de hedefi belli bir kamu harcamaları programı konulmalıdır. Programın vurgusu ise iki olmalıdır: Öncelikle şirketlerin bankalara olan borçları yeniden yapılandırılmalıdır. İkincisi ise düşük gelir gruplarına kaynak aktarılmalıdır. Mali disiplin için, belediye açıklarından başlayarak bütçedeki anlamsız gidişi durdurabilecek, inandırıcı birçok yıllık mali kural getirilmelidir. Bu mali kuralı sahiplenip, uygulamaya aktaracak olan kamu idaresi, mesela Gelir İdaresi, elbette, özerkleştirilmelidir. Sayın Başbakanımız beğense de beğenmese de hadise budur.

    Yoksa kemerlerinizi bağlayın efendim, serbest düşüşteyiz.

     

    Bu yazı 26.02.2009 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır