Arşiv

  • Mayıs 2024 (1)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    KEP, beklenen çıkış yolu stratejisi değildir

    Güven Sak, Dr.21 Nisan 2009 - Okunma Sayısı: 1054

    Türümüz böyledir işte. Yıkıntının ortasında hemen bir "yeşil filiz" arayışına girer. Hatırlayın "soğuk savaş" döneminin atom bombası sonrası mavi yerküremizde yaşam filmlerini. İnsanlar sığınaklardan çıkardı. Yıkılmış kentlerin içinde dolanırlardı. Harabeye dönmüş kocaman kocaman binaların çelik iskeleti üzerinde yeşil filizler olurdu. Hayat yeniden başlardı. Her felaket filmi yeşeren umutla biterdi. Türümüzün temel özelliği budur işte: Biz ileriye umutla bakabilen bir türüz. Umut bize en olmadık zamanda yaşama enerjisi verir. Bu iyidir. Gereklidir. Krizle başedebilmek için gereken enerji, zaten genlerimizdedir. Gerekli olmasına gereklidir ama kesinlikle yeterli değildir. Kul yapısı krizden, ancak kul yapısı bir çıkış yolu stratejisi ile çıkılır. Türümüzün genlerinde varoluştan beri biriktirdiği umut tohumlarını hareketlendirecek bir çıkış yolu stratejisi olmadan, o umut tohumları filizlenmez.  Bu yıl baharla birlikte "küresel yeşil filiz arayışı" başladı. Yeşil filiz arayışı, somut olarak, "Artık aşağıya iniş bitti mi" sorusuna bir cevap bulma amacını taşıyor. Öyle ya, eğer serbest düşüş sona erdiyse, artık yaralarımızı sarıp yola devam edebiliriz. Aynı o filmlerin felaket sonrası bölümlerinde hep alışmış olduğumuz gibi. Bir de bu işin Türkiye boyutu var. Türkiye'de de aynı o küresel tartışmada olduğu gibi, benzer bir soru soruluyor: "Artık bu serbest düşüş bitti mi?" Sorularımız bunlardır efendim. Küresel serbest düşüş hakikaten bitti mi? Türkiye'de işin neresindeyiz? Merak edenleri aşağıya bekleriz. Soruları hemen cevaplayalım isterseniz: Küresel serbest düşüş öyle hiç de sona ermiş gibi durmuyor. Türkiye'de daha başlangıcın başındayız. Daha başlangıcın sonuna bile gelmedik. Hesapları buna göre yapmakta fayda vardır.  Önce bir uyarı notuyla başlayalım: Bu satırların yazarı doğuştan iyimserdir. Ancak küresel ölçekte şimdilerde etrafı sarmış gibi görünen yeşil filiz arayışının fazlasıyla iyimser olduğunu düşünmektedir. Bu yeşil filiz arayışı, "somut koşulların somut tahlili"ne değil, "buraya kadar başımıza gelenlerden sonra, daha kötü ne olabilir?" bekleyişine dayalıdır. Bu nedenle de eksiktir. Eksikliğin kaynağı nedir? İçinde bulunduğumuz, etkilerini hissettiğimiz, küresel krizin manasının yeterince anlaşılamamasıdır. İsterseniz önce oradan başlayalım. Bu kriz daha önce alışmış olduğumuz krizlere benzememektedir. Geçen yıl bu krizi nitelerken, bizi bekleyenin, hızlı değil, yavaş ölüm senaryosu olduğunun altını özenle çizmiştik. İşte bu odur. Yaygın ve yoğun işsizlik bu krizin temel niteliğidir. Hızlı ölüm şudur: Krizle birlikte hızlı bir fiyat intibakı olur. Döviz kuru birdenbire artar. Sonra aşağıya doğru gelir. Burada önemli olan hızdır. Birdenbire yeni bir denge noktası oluşur. Herkes bu yeni denge noktasını algılar. Sonra herkes o yeni denge noktası etrafında kendisine yeni bir hayat kurar. Hayat yeniden başlar. Batan batar. Fiyat sistemi, koordinasyon işlevini yerine getirir. Piyasa mekanizması çalışır. Bazı sektörlerde istihdam kayıpları olurken bazılarında istihdam kazançları ortaya çıkar.   Bu krizle birlikte olan bu değildir. Bu kriz geçmiş krizlerle karşılaştırıldığında etkisi daha yaygındır. Ne demektir bu? Bu kriz, ulusal ekonomi için, sektörlerin tümünü, işyerlerinin tamamını aynı anda vuran bir krizdir. Küresel ekonomi için ise her ülkeyi aynı anda vuran bir krizdir. Bir alandan diğerine geçerek faaliyeti sürdürebilmek, piyasa mekanizması içinde alternatif geliştirebilmek zordur. Büyüme ve istihdamla ilgili diffüzyon indeksleri bunu göstermektedir. TEPAV'da çalışmaları sürmekte olan diffüzyon endeksi çalışması bu krizin imalat sanayi sektörlerine yaygın etkileri açısından 2001 krizinden daha kötü olduğuna işaret etmektedir. Bu ilk tespittir. İkinci tespit ise şu olmalıdır: Olumsuz etkileri bu kadar yaygın olan bir krizde, hükümetlerin, şirketler kesimi ve hanehalkının önüne ayrıntılı bir çıkış yolu stratejisi koyması gerekmektedir. Piyasa mekanizması, bu kadar yaygın bir kriz ortamında şirketler ve hanehalkına, kendi başlarına, alternatif strateji geliştirebilme imkânı vermemektedir. Piyasa mekanizması kendi içinde şirketler ve hanehalkının davranışlarını koordine edemiyorsa, sistemin dışından bir aktörün, kamunun, devreye girerek ortadaki koordinasyon problemini çözmesi gerekmektedir. Dolayısıyla en önemli sorumluluk hükümetlere düşmektedir. Bu olmadan çıkış yoktur. Bunu en iyi Amerikan hükümeti anlamış gibi gözükmektedir. Üçüncü tespit ise Türkiye ile ilgilidir: Katılım Öncesi Ekonomik Program (KEP), Türkiye için bir çıkış yolu stratejisi getirmemektedir. Bu anlamda aydınlatıcı bir politika metni değildir. KEP, Avrupa Birliği sürecinde, periyodik olarak, açıklamamız gereken belgelerden bir tanesidir. 2009-2011 KEP'i bugüne kadar bu amaçla hazırlanan sekizinci belgedir. Bu ara krizimize denk gelmiş olması, KEP'i bir ekonomik yol haritası haline getirmiş değildir. KEP samimi bir durum tespiti belgesidir ama bir çıkış yolu stratejisi değildir. Özellikle iki nokta dikkati çekmektedir. Birincisi, daralmanın neden yüzde 3,6 ile sınırlı kalacağı açık değildir. Daralmayı bu düzeyde sınırlandırmak için hangi tedbirlerin alınacağı ortaya konulmamıştır. İkincisi ise KEP içinde, 2010 ve 2011 yılları için memleketin rekabet gücünü artıracak herhangi bir tedbir bulunmamaktadır. Özellikle yapısal reformlarla ilgili bölümlerde 2009, 2010 ve 2011 yıllarında ne yapılacağına dair büyük boşlukların olması dikkat çekici ve moral bozucudur. Şu aşamada tek temennimiz, önümüzdeki haftalarda açıklanacak olan "Orta Vadeli Mali Program"ın çıkış yolumuz adına daha moral verici bir belge olmasıdır. Burada milletin önüne çıkış yolu stratejisi koymaktan kasıt, ille de aktif bir ulusal kamu müdahalesi programı tasarlamak olmayabilir. Mesela dersiniz ki, "Kardeşim, bizim yapabileceğimiz bir şey yoktur. Mevcut ihracat pazarlarımız canlanmadıkça iyileşme yoktur. Takip etmemiz gereken orasıdır." Bu durumda bile ortaya bir çıkış yolu stratejisi koymak mümkündür. Ama bunu yapanın, ihracat pazarlarımızda pazar kaybını sınırlandırmak için tedbir alması gerekir. Bakın Avrupa Birliği pazarına, Türkiye en hızlı pazar payı kaybeden ülkeler arasında başa güreşmektedir. TEPAV'da yapılan çalışmalar böyle göstermektedir. İşte bu "Saldım çayıra, mevlam kayıra" havası, bu tedbirsizlik atmosferi moral bozucudur. Küresel ölçekte yeşil filiz arayışı erkendir. Türkiye'de ise çok daha erkendir. "Neredeyiz" diye merak edenlere söylenecek olan şudur: Daha başlangıcın başındayız.

    Devam edeceğiz...

    Bu yazı 21.04.2009 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

     

    Etiketler:
    Yazdır