Arşiv

  • Mayıs 2024 (1)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    IMF, artık garip-gurebanın yanındadır

    Güven Sak, Dr.05 Mayıs 2009 - Okunma Sayısı: 935

    Küresel finans krizi küresel bir değişim sürecinin kapısını aralıyor. Değişimi fark edemeyen değişimi yönetemez. Ne diyorlardı? Ya biz bu krizi yöneteceğiz ya da bu kriz bizi yönetecek. Ya küresel değişim dinamiklerini fark edip, onları yönlendirmeye çalışacağız ya da küresel krizin başlattığı değişim süreci sonunda istesek de istemesek de bizi değiştirecek. Ya değişenden yararlanıp, krizin maliyetini daha iyi kontrol edeceğiz ya da biz neler oluyor diye etrafa bakarken kriz bizi delip de geçecek. Biz, dünyada olup bitenlerin, Türkiye'de yakından izlenmediğini düşünüyoruz. Mesela IMF'nin artık yoksulların krizin etkilerinden korunmasına yönelik bir sosyal şart (social conditionality) üzerinde çalışıyor olması, bizim buralarda hiç yankı uyandırmıyor. Bunun nedeni hiç tartışılmıyor. Dedik ya, biz dünyada olup bitenlerin buralarda yakından takip edilmediğini, fırsat kapılarının hikmetinin anlaşılmadığını düşünüyoruz. Gelin bakın neden öyle düşünüyoruz? Küresel kriz bir finans krizi olarak başladı. Finans sektörü ile reel sektörün ne kadar birbirine bağlı olduğunu, konunun yoksulluk ve işsizlikle alakasını, şimdilerde, herkes, her geçen gün, daha iyi anlıyor. Hatırlayın; biz bu dersi 2000-2001 serüvenimizde zaten zor yoldan öğrenmiştik. Bugünlerde dünyada şirketler kesiminin finansal piyasalar eliyle, eskiden olduğu gibi, fonlanması mümkün olmuyor. Öyle anlaşılıyor ki, bu mekanizma kısa sürede işler hale de gelemeyecek. Burada kısa süreden kasıt, 2009 yılının içidir. Nasıl size 2008 yılının sonunda "2009'u unutun, 2010'a bakın" demiştik. Biraz daha geçerse, "2010'u unutun, 2011'e bakın" diyeceğiz. Az kaldı! Neden mi? Gayet basit: Öyle anlaşılıyor ki, finansal piyasaların eskisi gibi şirketler kesimini özel kanallardan fonlayabilmesi için bir süre daha bekleyeceğiz. Bunun birkaç nedeni var. Bunlardan ilki bankacılık sistemindeki bilanço hasarının açıklıkla ortaya konmaması ve bilançolardaki hasarın onarılmaması. ABD'de bu işlem daha tamamlanamadı. Geçen yıl severek yazdığımız gibi, "şişman kadın sahneye çıktı" ama bir türlü şarkısına başlayamadı. Ve elbette biz son derece sıkıldık. Burada daha önce yaptığımız tespit, hâlâ geçerliliğini koruyor: Banka bilançolarının hasar tespiti ve onarımının ne kadar siyasi bir mesele olduğunu ve de güçlü bir iktidar gerektirdiğini yaşayarak öğrendik. Bankalara borçlu şirketler listesine bakıp, hangi şirkete ne olacağına karar vermek kolay değil. Herkesin ayrı lobicisi ve de siyasi desteği var. Bu çerçevede, Chrysler'in iflası haberi kötü değil, iyidir. Ancak bu durum, ortadaki işin uzamasının birinci nedenidir. İşi bugünden sonra uzatacak, ikinci neden ise doğrudan Amerikan finansal sisteminin işleyişinden kaynaklanıyor. Orada bankacılık kadar ve hatta ondan daha önemli olarak, sermaye piyasası enstrümanları vasıtasıyla şirketler kesimi finanse ediliyor. Hisse senedi ve tahvil piyasaları son derece önemli. Kararı doğrudan bireysel ve kurumsal yatırımcılar veriyor, hangi projeleri nasıl destekleyeceklerini belirliyorlar. Küresel finansal kriz ve sonrasında, kaynak dağıtım kararlarında, New York yerine Washington'ın ön plana çıkması, sermaye piyasası yatırımcılarını oldukça rahatsız etmiş gibi duruyor. Bank of America (BofA) genel kurulu etrafında yürüyen tartışmalarda, ABD Merkez Bankası Başkanı Bernanke ile Hazine Bakanı Paulson'ın adlarının, BofA'nın kendi kaynak dağılım kararlarına doğrudan müdahale çerçevesinde, gündeme gelmesi, önümüzdeki dönemde hisse senedi yatırımcılarının devreye girmesini geciktirecek bir hadise olarak görülmelidir. Şimdi kendinizi hisse senedi yatırımcısının yerine bir koyun bakalım: Projeleri değerlendirip, bir hisse senedinde karar kılıyorsunuz. Sonra Washington'dan biri telefon edip, sizin kaynaklarınızı, hiç düşünmediğiniz ve size açıklanmayan bir biçimde, çarçur ettirecek bir kararı alması için şirket CEO'sunu zorluyor. Böyle yönetim mi olur? Bu durumda siz ortalık tamamen durulup, işler eskisi gibi yürümeden yeniden hisse senedi alır mısınız? Zor alırsınız. Biz bu ortamda sermaye piyasası yatırımcılarının kolaylıkla devreye giremeyeceklerini düşünüyoruz. Bu iki. Gelelim üçüncüsüne.. Türkiye gibi ülkelere fon aktaran kanalların ise ancak baştaki bu iki kanal onarıldıktan sonra gündeme yeniden gelebileceğini düşünüyoruz. Demek ki neymiş? Kendi haline kalırsa, en az üç-dört yıl daha bizim buralara normal yollardan kaynak aktarımı olamazmış. Peki, bu durumda ne olur? Gelelim genellemeye. Olacak olan şudur: Her hükümet kendi piyasasında yatırımcılardan kaynakları toplayıp, şirketler kesimine kendisi aktaracaktır. Türkiye daha bu noktaya gelememiş az sayıda ülkeden biridir. Uluslararası düzeyde ise IMF hepimiz adına yatırımcılardan kaynak toplayıp, Türkiye gibi ülkelere aktaracaktır. Dünyamızın acil gündemi esasen budur. Herkes bu nedenle bir araya gelip durmaktadır. "IMF'nin bu rolü nereden çıktı?" diye merak edenleri IMF İcra Direktörü'nün 23 Nisanda Washington'da yaptığı sunuma bir kez daha bakmaya davet ederiz. Yine aynı konuşmadan çıkan bir sonuç da şudur: Bu fon aktarımının hikmeti yoksulların daha da yoksullaşmasını önlemektir. IMF'nin halen -altı boş bile olsa- fon aktarımı için bir "sosyal şart"tan bahsediyor olması dikkate alınmalıdır. Demek ki neymiş? IMF ile bir an önce anlaşmanın önemi özel kanallardan Türkiye'ye fon aktaracak olanlar gözünde kredibilite filan kazanmak değilmiş. Neden değilmiş? Çünkü o yolla fon aktaracaklar zaten az olacakmış. Önemli olan neymiş? Yabancı tasarrufların kısa vadede memlekete akabilmesinin bir başka yolu olmadığı için, fon akımını IMF vasıtasıyla gelecek "devletten devlete" fonlarla ikame edebilmek için bir an önce IMF ile anlaşmak gerekirmiş. Bakın bu, bu döneme özgü, bir yeniliktir: IMF, artık garip- gurebanın, fakir-fukaranın yanındadır. Yeni görevi budur. İlgililere saygıyla duyurulur.

     

    Bu yazı 05.05.2009 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır