Arşiv

  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)
  • Mayıs 2023 (9)

    Hacer-ül-esas hangisidir

    Güven Sak, Dr.09 Haziran 2009 - Okunma Sayısı: 1115

    Eskiden Amazon bölgesine dair haberler olurdu gazetelerde. Her zamanki Batılı kendini bilmişliğini yansıtan haberlerde "Amazon'da uygarlıktan nasibini almamış, dış dünyada neler olup bittiğini bilmeyen bir yeni kabile daha bulunduğu" söylenirdi. Hiç böyle bir hayat nasıl olabilir diye merak ettiniz mi? Merak etmeye gerek yok zaten hep birlikte tam da içinde yaşıyoruz. Öyle böyle değil, en az 2006'dan beri, vaziyetimiz esasen öyle. Mavi yerküremizdeki yaşamı değerlendirmekte olan bir uzaylı gözlemci grubu, etrafa biraz baktıktan sonra Türkiye'ye gelse ne düşünürdü? Sosyal örgütlenmemiz üzerine kocaman kocaman çalışmalar yapmak gerekirdi. "Hizmet etmek için seçim kazanmaya çalışmaktan hizmet etmeye fırsat bulamayan" bir yaşam formuna dönüşmüyor muyuz giderek? Dönüşüyoruz. Yöneticilerimiz giderek daha çok "hizmet etmek için seçim kazanmaya çalışmaktan hizmet etmeye fırsat bulamıyorlar." Seçim odaklı düşünmek her zaman faydalı olmuyor galiba. En azından bu aralar durumumuz böyle. Dünyanın yeniden şekillenmekte olduğu bir dönemin içinden geçiyoruz. Hem de bir değil, birkaç açıdan. Ve hepsi de bizi fevkalade ilgilendiriyor. Dışarıda olanın bizi biçimlendirmemesi mümkün değil bu dönemde. Yarınımızın nasıl olacağını bugün atacağımız adımlar belirleyecek. Peki, ne yapıyoruz? Bekliyoruz. Bir şeyin olmasını mı bekliyoruz? Hayır. Ne yapacağımızı bilemediğimiz için olacak hiçbir şey yapmadan bekliyoruz. Meseleler bizi beklemeyecek biliyoruz. Ama biz yine de bekliyoruz. Aynı 1990'lardaki gibi. Aynı 1980 öncesi gibi. Sıkıcı bir durum yani. Etrafımızda hayatı biçimlendiren bir dizi eğilim var. Küresel kriz bunların ilki. Ama bakın biz küresel krizin ekonomimizi etkilemeye başladığı 2008 Ağustosu'ndan beri sanki hiç de böyle bir şey yokmuş gibi yapmayı tercih ettik. Alınabilecek tedbirleri ancak şimdilerde alıyoruz. "Basra harap olduktan sonra" ordularımız harekete geçiyor. Peki, geçen yıl küresel kriz konusundaki hareketsiz tavrımız nedendi? Gayet basit: Seçime gidiyorduk. Şöyle bir ağız tadıyla, küresel iktisadi krizi bile tartışamadık. Yapılması gerekenleri ele alamadık. Tedbirlerle hiç ilgilenmedik. 2009 yılını fena kaybettik. 2010 yılının nasıl olacağını bilmiyoruz. 2011 yılı ise yöneticilerimizi "küresel ekonomi nasıl şekillenir" sorusu nedeniyle değil, "acaba seçimleri nasıl alabiliriz" sorusu etrafında ilgilendiriyor. Ortadaki bu derin mi derin "hizmet etme aşkı"nın sorunların çözümü konusunda yaratıcı sonuçlar üretemiyor olması, yöneticilerimizin becerikliliği konusunda fikir vericidir. Bakın Breziya'da Lula aynı amaca yönelik olarak işi daha iyi götürüyor. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Obama geçen hafta Kahire'de konuştu. Yakın gelecekte hayatımızı şekillendirecek ikinci temel eğilim ABD'den geliyor. Obama Türkiye'ye geldiğinde altını çizdiği konuda ısrarlı olduğunu bir kez daha gösterdi. Ne dedi? Mavi yerkürede şu kadar bin yılda oluşturduğumuz uygarlığımızın bekası için İslam coğrafyasının dünyalı kılınması gerekiyor. Burada yeni bir durum yok. Sayın Cumhurbaşkanımız, bunu Dışişleri Bakanlığı'nın başından itibaren defalarca söyledi. Dünyanın bu tarafında hayatın örgütlenme biçiminin çağın normlarına uygun hale gelmeye başlaması gerekiyor. Obama, bu vizyon içinde, bir uslup değişikliğini gündeme getirdi. "Biz bir gelelim, sizi uygarlaştıralım" yaklaşımından "Gelin beraber bir yeni dünya kuralım" yaklaşımına geçildiğini herkese ilan etti. Bu kadarla da kalmadı, geçen dönemin temel özelliği olan, İsrail hükümeti ile yüzde yüz uyum kuralının, kendi hükümeti döneminde geçerli olmadığını da resmen ve alenen ilan etti. Yaklaşım değişikliğinin lafla sınırlı olmadığının ilk testi galiba Filistin'de olacak. Göreceğiz. Obama, Kahire'de ortak bir dünya hayalini ortaya koydu. İstanbul'da, ayrıca, bu coğrafyanın dünyaya ve dünya ekonomisine entegrasyonunda Türkiye'nin oynayabileceği rolü vurgulamıştı. Bu rolü oynamaya soyunacak olanın yeryüzü uygarlığının ayrılmaz bir parçası olduğu konusunda kuşkuları olmaması gerekiyor. Ayrıca o teknik uygarlık hangi normalara dayalı olarak işliyorsa, ona entegre olması gerektiğini de bilmesi gerekiyor. Ama biz 2006 yılından beri Avrupa Birliği yolunda ayak sürüyüp duruyoruz. AKP iktidarı, iktidarda kalmaya çalışmaktan, icraat yapmayı beceremiyor. Avrupa Birliği sürecinde patinaj yapıp duruyoruz. Ne yapacağımızı bir türlü bilemiyoruz. Geçen haftaki Avrupa Parlamentosu seçimleri, önümüzdeki dönemde işlerin hiç de kolay olmadığını göstermiş bulunuyor. Seçimleri Merkel ve Sarkozy gibi bize pek yardımcı olmayan liderlerin partileri kazanmış duruyor. Bu durumda, Türkiye'nin anlamlı bir oyun planına şimdi dünden daha fazla ihtiyacı bulunuyor. Küresel kriz öyle anlaşılıyor ki, Avrupa'da, piyasa ekonomisi yanlısı iktidarları güçlendirecek. Bu ilk bakışta bizim için iyi değil. Ama durun bakalım. Türkiye'nin Avrupa Birliği stratejisinin de bu gerçeklik etrafında yeniden şekillenmesi gerekiyor yalnızca. Önemli olan bir strateji sahibi olmak. Peki, Türkiye neden bir strateji sahibi değilmiş gibi duruyor? İlk neden dışarıdan olabilir? Etrafımızda halen oluşum halinde bir süreç var. Aynı "Komünist Manifesto"daki gibi "katı olan her şeyin buharlaştığı" bir dönemden geçiyoruz. Bu doğru. Ama galiba bir ikinci husus daha var. Arapçada binaların temel taşına "hacer-ül esas" deniyor. "Ana taş" yani. Bir stratejinin de yerine oturabilmesi için önce "ana taş"ın yerine konması gerekiyor. Ekonomide alınması gereken tedbirler, AB süreci, Türkiye-ABD ilişkileri, Küt meselesi, Kıbrıs meselesi, vd hepsi ikincil. Diğer taşların yerine oturması için öncelikle yerine konması gereken ana taş sizce nedir? Bize kalırsa, genel seçimlerin zamanlamasıdır. Kalanı hikâyedir. Buradan öyle duruyor.Boş yere, "Vaziyet, 1990'ları ve de 1980 öncesini anımsatıyor" demedik.

    Bu yazı 09.06.2009 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

     

    Etiketler:
    Yazdır