Arşiv

  • Nisan 2024 (14)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)
  • Mayıs 2023 (9)

    Anketler ekonomi yönetimine yön verirse ne olur?

    Güven Sak, Dr.20 Haziran 2009 - Okunma Sayısı: 993

    Siz ne dersiniz? Kamuoyu yoklamaları ekonominin nasıl yönetileceği konusunda yön gösterici olursa ne olur? Amerika Birleşik Devletleri Ekonomi Danışmanları Konseyi (Council of Economic Advisers) Başkanı Profesör Christina Romer'ın bu hafta İngiliz The Economist dergisinde yazdığına göre kötü olur. Üstelik Romer'e göre bunun yapılmışı zaten var: 1937 Amerikası. Sonuç kötü. 1932'den sonra düzelmeye başlayan işsizlik zamansız başlayan kemer sıkma politikası "yanlış"ı ile yeniden artmış. Düzelme II. Dünya Savaşı sonrasına kalmış. Profesör Paul Krugman'a göre ise o kadar geriye gitmeye gerek yok: Bakınız 1996 yılı Japonyası'na ve de depresyon döneminin "yanlış" kararlar ile uzaması hadisesine. Peki, biz buraya nereden geldik? Bu tartışma nereden çıktı? Haziran ayının 17'sinde hem New York Times (NYT) hem de Wall Street Journal (WSJ) gazetelerinde yayımlanan bir anketten elbette. Gelin bakın mesele nereden çıktı? Daha önceden alışık olmadığımız bir dönemden geçiyoruz. Hatırlayın; tam da o nedenle "İktisatçılara kızmayın, onlar epeydir böyle bir dönemden geçmediler, şaşkınlıkları ondandır" demiştik. Alışılmadık dönemler, alışılmadık önlemler gerektiriyor. Alışılmadık önlemler ise alışılmadık biçimde düşünmeye alışkın olmayanların, alışıldık korkuları zamansız öne çıkarmasına neden oluyor. Türkiye'de de bunlardan mebzul miktarda var. Eski bildiklerini hâlâ doğru sanıp konuşuyorlar. Ve elbette çok söyleyince başkaları açısından da inandırıcı oluyorlar. Kolay mı? Söylenen dünün genel kabul görmüş "hakikati". Herkes ona inanmaya daha bir meyyal oluyor. İşte tam da bunun gibi: Amerikan NYT ve WSJ gazetelerinde yayımlanan ankete telefonla katılan 895 kişinin yüzde 63'ü Başkan Obama'yı destekliyordu. Ama ankete katılanların yüzde 58'i artan bütçe açığına karşı tedbir almanın başkanın ve Kongre'nin birincil önceliği olması gerektiğini söylüyordu. Toparlanmanın gecikmesi pahasına öncelik bütçe disiplinine verilmeliydi. Pek hoş değil mi? Biz de buralarda bir süredir mali disiplinden sapmanın bedelinden bahsediyoruz. O nedenle vurgu hoş duruyor. Ama şimdilik daha doğru değil. Ortada bir zamanlama problemi var. Önce bir dikkatinizi çekelim: Onlar "krize yönelik tedbirler nedeniyle büyüyen bütçe açıkları ve bozulan mali disiplinden" bahsediyorlar. Ortadaki mali genişleme paketlerine bakıp "Bu harcama eğilimi kötüye gidiyor" diyorlar. Bizim buradaki problemimiz kötü bütçe yönetimi ve yapısal bir hata ile malul bir bütçe iken orada düpedüz daha çok harcıyorlar. Hem de çok harcıyorlar. Çünkü böyle bir dönemde çok harcamak gerekiyor. Bozulan iktisadi koordinasyonu kamu harcaması ile gidermek gerekiyor. Ne diyor üstadımız Keynes? Depresyon dönemlerinde iktisadi karar alıcılar ellerindeki parayı üretim yerine finansal araçlara yönlendirmeyi ve beklemeyi tercih ediyorlar. Ortaya bir koordinasyon aksaklığı çıkıyor. Neden böyle oluyor? Çünkü "gelecek korkusu", artan belirsizlik beklemeyi gerektiriyor. Bir halden ötekine geçiş dönemlerinde likit kalmak önem taşıyor. İşte böyle bir ortamda çarkları yeniden döndürmek, bozulan koordinasyonu onarmak için kamunun devreye girmesi gerekiyor. Kamunun devreye girmesi, artan kamu harcaması demek, artan kamu harcaması ise büyüyen kamu borç stoku anlamına geliyor. Devlet iç borçlanma senetleri (DİBS) ise böyle dönemlerde peynir ekmek gibi satılabiliyor. Gelecek korkusu nedeniyle likit kalmak isteyenler, paralarını hep birlikte DİBS'ye yatırıyorlar. O vakit başlıyor işte bu kadim tartışma. Bugün ihraç edilen DİBS'lerin yarın ödenmesi gerekiyor. O vakit, bunların nasıl ödeneceğine dair bir planı ortaya koymak önemli oluyor. O planın içerdiği hükümlerin de bugünkü harcama-işsizlik eğilimine bir etkisi oluyor. Ve bu böyle devam ediyor. Bunlar doğru. Ancak herhalde bir konuda ortada problem yok: Dengesizliğin devam ettiği bir ortamda, iktisadi aktörler arasında aksayan koordinasyonu yeniden işletmek için, devletin kamu harcamalarını dikkatle kullanarak devreye girmesi gerekiyor. Sorun nerede çıkıyor? Nereye kadar ve hangi alanlarda? ABD'de bu hafta yayımlanan anketler ve devam eden tartışmalar, bu dönemde ekonomideki aksaklığı gidermek için kamu harcamalarını kullananların nasıl bir baskı altında karar vermek zorunda olduğunu gösteriyor. İktisatçıların işi zor. Kamu politikası tasarlayan ve tasarladıklarının doğru olduğunu her dakika savunmak zorunda kalan iktisatçıların işi daha da zor. Hem daha önceden hiç alışmadığınız bir dönemde olacaksınız. Etrafa siz de "acaba ne kadar haklıyım?" diye bakıyor olacaksınız. Bir yandan da etrafı hata yapmakta olduğunuza dair bir dizi önerme ve de kamuoyu yoklaması saracak. Sizce de zor bir durum değil mi? Nitekim Paul Krugman, NYT ve WSJ'de yayımlanan "Bütçe için tedbir almak lazım" diyen anketleri hemen bloguna konuk edip, altına da 1935 ve 1936'da yapılmış anketleri koymuş. 1935 yılında ankete katılanların yüzde 70'i "Bütçeyi bir an önce dengelemek lazım" diyor. Aynı oran 1936 yılında yüzde 65. Roosevelt hükümeti anketlerin söylediğini zaten o yıl yapmış. Genişletici maliye politikasının ortadan kalktığı 1937'de işler hemen tersine dönmüş. 1936 Temmuzu'nda Amerikan Merkez Bankası "Bu kredi genişlemesi enflasyona yol açacak" deyip, mevduat munzam karşılıklarını da yükseltmiş aynı zamanda. Ne kadar benziyor değil mi? Bir nevi çifte tehlike vaziyeti yani. 1933'ten beri yüzde 9'un üzerinde devam eden iktisadi büyüme süreci birden durmuş. (Allah'tan bu kez 1930'lara bakıp örnek çıkartmak mümkün.) Demek ki neymiş? Bazen anketlerin ne dediğine bakmayıp, doğru olanı yapmak daha iyi sonuçlar verebiliyormuş. Herkesin inandığı ve de alışıldık olan illa da doğru olmayabiliyormuş. Bu birinci sonuç. Gelelim hemen ikinciye. Yukarıda vurguladığımız gibi, 1937 yılını doğru olanı yapmamanın yol açtığı zarara örnek olarak göstermek mümkün. O gün de ortada aynı "Artık yeşil filizler belirmeye başladı" geyik muhabbeti varmış. Bu da ikinci sonuç: Piyasalar her krizden sonra, krizi unutup, bu geyiğe hemen geçer. Çünkü piyasalar her gün açılır, her gün bir yeni hikâyeye ihtiyaç vardır. Gelelim üçüncü sonuca: Son dönemde gerek menkul kıymet borsalarında ve gerekse vadeli işlem borsalarında malumata değil, hayal gücüne dayalı işlem yapılmaktadır. Son fiyat artışları hakikatten ziyade hayal gücü ile daha çok alakalıdır. Üstadımız Keynes, tam da bu nedenle, toplumsal fayda açısından, menkul kıymetler borsalarına girişin de kumarhanelere giriş gibi zor ve pahalı olmasını önerirdi. Piyasanın bir malın kullanım değeri ile değil, değişim değeri ile ilgilenmesinin kaynak dağılımını olumsuz etkilediğini düşünürdü. Ama "Karl Amca"dan farklı olarak, üstat bunun bir bütün olarak piyasalar değil, yalnızca menkul kıymet borsalarına özgü bir durum olduğunu düşünürdü. O daha bugünkü "etkin" vadeli işlemleri filan bilmiyordu. Bu da olsun dördüncü sonuç isterseniz. Olsun. Fiyatlar artmış ve kârlar yazılmıştır. Borsamız yılbaşından beri yüzde 60 yükselmedi mi? Petrol fiyatları marttan beri yüzde 40 artmadı mı? Bunda ne kötülük var? Buraya kadar yok. Ama politika tasarlayanlar "Aman Allahım, bunlar yeşil filizler. Bu fiyat artışları yaklaşmakta olan baharın habercisi. Bir şey yapmamıza gerek yok. İşte bakın geçiyor zaten" derse -ki bu topraklarda böyle bir eğilim belirginleşmektedir- hata yapma olasılıkları, hata yapmama olasılıklarından daha fazla olacaktır. Tarih bize böyle söylemektedir. Buyurun size beşinci bir sonuç. Zaman, yeşil filiz geyiğine aldanma değil, tedbirli olma zamanıdır. IMF ile anlaşmak faydalıdır. Vallahi biz tekrarlamaktan bıkmadık efendim.

    Bu yazı 20.06.2009 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

     

    Etiketler:
    Yazdır