Arşiv

  • Nisan 2024 (14)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)
  • Mayıs 2023 (9)

    Neden şimdi daha kötümserler

    Güven Sak, Dr.07 Temmuz 2009 - Okunma Sayısı: 927

    Rüzgârın daha sert esmesinden midir? Yoksa birdenbire etrafı bulutların kaplamasından mı? Gelen haberlerin kötüleşmesinden mi? Yoksa analistlerin içini bir anda bir karamsarlığın kaplayıvermesinden midir? Ya da "atılan adımların akim kalmasından mıdır?" Daha bilinmez. Ama görünen şudur: Son bir aydır hava dönüyor. Etrafı daha negatif haberler sarıyor. Dünün "her şey yarın aniden iyi olacakmış gibi yapan" yeşil filiz muhabbeti yerini daha karamsar bir ortama bırakıyor. Daha bunun Türkiye ile doğrudan bir alakası yok elbette. Ama bakın bir alakası var. Çünkü yapılacak işler var. Gelin bugün neredeyiz diye bir durum tespiti yapalım. Önce Türkiye'deki durumu kataloglayalım, müsaadenizle. Biz şimdilik iktisadi kriz ile ilgilenmiyoruz buralarda. Dedik ya, biz galiba bu krizin kontrol grubunda yer alıyoruz. Hani o "hiçbir tedbir alınmadığında bakalım, memleketlere ne oluyor" sorusunu cevaplamak için oluşturulan bir kontrol grubunda. Herhalde biz onlar tedbir alırken, bekleyip, tedbir almamanın maliyetini doğru hesaplamak için veri üretimine katkıda bulunmuş olacağız. Ya da ortada bir derin beceriksizlik hali var. Çünkü biz burada çözümlerle değil her işi düğümlemekle ilgileniyoruz. Dün nasıl "başörtüsü meselesi"ni kabiliyetsizlikten yanlış yönetip, "Allah'a havale edilen meseleler" dosyasına kaldırmışsak, şimdilerde "yargı bağımsızlığı meselesini", aynı kabiliyetsizlikle benzer bir biçimde yanlış yönetip, aynı "Allah'a havale edilen meseleler" dosyasına kaldırmak üzereyiz. Sayın Cumhurbaşkanımız ortadaki hatalı başlangıçtan sonra bir çıkış yolu icat edemezse olacak olan budur. Böylece kendi son derece dünyevi meselelerimizi kendi aramızda tartışıp, çözebilecek siyasi kabiliyete sahip olmadığımız tescil edilecek. Sahi, acaba bu tür bir tescil için üçüncü bir beceriksizlik örneği gerekir mi? Yoksa iki tanesi yeter mi? Buyurun bunu da tartışalım efendim. İşi çözmeyi değil, şehvetle tartışmayı sevenlere duyurulur. Böyle bir düğümlenme halindeyken kafamızı memleket dışına, zor da olsa, bir uzatalım. Bugünlerde iki gelişme gözlerden kaçmamalı. Hem önümüzdeki dönemin gidişatı hem de durum tespiti açısından son derece öğretici iki gelişme var karşımızda. İlk gelişme birbiriyle alakalı olmayan iki açıklamadan oluşuyor. İlk açıklama, Rusya Başbakanı Putin'dendi. İkincisi ise Avrupa Merkez Bankası Başkanı Trichet'den. Üstelik ikisi de aynı konu ile ilgiliydi. Putin'in demeci haziranın 29'unda İngiliz Financial Times gazetesindeydi. Rus bankalarının yöneticilerini bir araya toplayan Putin onlara "yaz tatillerini unutmalarını ve şirketlere kredi açmaya ağırlık vermelerini" istemişti. Haberde Rusya'da yükselen takipteki kredi oranları özellikle vurgulanıyordu. (http://www.ft.com/cms/s/0/882aeb78-64d6-11de-a13f-00144feabdc0.html) Atılan adımlar sonuç vermemişti. Putin yine bilmediği bir konuda konuşmak zorunda kalmıştı. Ama aynı tür bir açıklama Trichet'den de gelince bakın düşünmek lazım. Trichet ile ilgili haber ise temmuzun ikisinde Financial Times'taydı. Bu kez haber başlığı "Avrupa Merkez Bankası'ndan bankalara baskı" biçimindeydi. Haberde Başkan Trichet'nin "bankalara, sorumluluklarını unutmamaları ve kredi akımlarını yeniden canlandırmaları" çağrısında bulunduğu belirtiliyordu. Trichet'nin açıklaması esasen Avrupa Merkez Bankası'nın sorunun farkında olduğunu gösteriyordu. Avrupa Merkez Bankası, aynı bizim merkez bankamız gibi, faiz oranlarını indirmiş, yeni finansman mekanizmaları icat etmiş buna karşılık şirketler kesimine daha fazla kredi akışını sağlayamamıştı. Sayın Güngör Uras'ın söylemeyi sevdiği gibi söylersek, faiz indirimlerinin "Ayşe teyze"yebir yararı olmamıştı. İşsizlik artmış, şirketler kapanmaya devam etmişti. (http://www.ft.com/cms/s/0/f9ccbc1e-66d1-11de-925f-00144feabdc0.html) Şimdi Avrupa'da ne oluyor, bizde ne olur? Avrupa'da olanı temmuz ayının beşinde Wolfgang Münchau yine aynı gazetede anlatıyordu. Avrupa'da Merkez Bankası'nın bankalara aktardığı likidite şirketlere hiçbir fayda sağlamamıştı. İflas başvuruları giderek artıyordu. Şirketler ödemelerini zamanında yapamıyorlardı. Bu durumda bankalar ne yapsındı? Ne denir? "Akşam akşam günaydın" mı? Herhalde öyle bir şey. Ne demiştik bu yılın başında? "Sizin iki ay sonra rakamlara bakarak göreceğinizi ben şimdi yaşıyorum". Aynen öyle. Avrupalı kardeşlerimizin durumu da buradakiler gibi. Siz artan satışlara bakmayın, azalan kârlara bakın. Zararına satış, bugünlük ödemeler için nakit toplamanıza yarayabilir ya da stok tutma maliyetini üzerinizden alabilir ama söyleyin Allah aşkına ne kadar sürdürülebilir? (http://www.ft.com/cms/s/7e0f4388-6994-11de-bc9f-00144feabdc0)  Önümüzdeki dönemin tartışması "yeşil filizler" değildir. Önümüzdeki dönemin tartışması ikidir: Birincisi, "bankalar daha fazla kredi vermeye nasıl özendirilir?" ikincisi ise "yeni korumacılığı engellemek için iç pazarı güçlü ülkelere nasıl bir teşvik gerekir?", kalanı laftır. Bu yazıda ilkine değindik, ikincisini ise daha sonra ele alacağız, efendim. Ancak bugünlük şunu unutmayalım: Her iki sorunun da çözümü vardır. Dünyamızın bir kamu müdahaleciliği döneminde olduğunu akıldan hiç çıkarmamak gerekir. Baştaki soruyu atlamayalım: Neden şimdi daha kötümserler? Onlar borsada "oynuyorlar". Günlük işlem yapıyorlar. Dün o kadar iyimser olmaları için bir neden yoktu ama onlar iyimserdi. Dün zaten iyimser değildiyseniz bugün ek bir kötümserliğe gerek yoktur. Yine tekrarlayalım: Türkiye'nin bir programa, güçlü bir kamu müdahalesi programına, orta vadeli bir mali perspektife ve de IMF'ye ihtiyacı vardır. Bu dönem başka türlü yönetilemez. Kalanı basiretsizliğe kapı açmaktır. Bu eğilimlerin fakında olmazsak bu işten en zararlı çıkacak ülkelerden biri Türkiye olacaktır. Üstelik hiçbir günahımız olmadığı halde. Neden? Kabiliyetsizlikten. İlgililere duyurulur.

    Bu yazı 07.07.2009 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır