Arşiv

  • Nisan 2024 (14)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)
  • Mayıs 2023 (9)

    Herkes kendi tecrübesini kendisi edinir

    Güven Sak, Dr.11 Temmuz 2009 - Okunma Sayısı: 1006

    Türkiye hızlı bir dönüşüm süreci içinde. Değişim için altı çizilmesi gereken nokta şu: Değişim askeri bir disipline bağlı kalarak, her adımı önceden tasarlanmış bir biçimde olmuyor. İşin içinde bir sürpriz tadının mutlaka kalması gerekiyor. İstenmeyen sonuçlar olmadan değişim ne yazık ki mümkün değil. Her an, geriye ve ileriye aynı anda bakıp, "şimdi planın dördüncü aşamasına geldik" diyebilmek sosyal bilimlerde hiç mümkün değil. İşin içinde insan olunca başlangıç koşullarında yaptığınız ufak bir hata sistemi yoldan çıkarabiliyor. Peki, bu durumda ne yapmak gerekiyor? Gayet basit; her an ne olduğuna takılmamak gerekiyor. Değerlendirmeyi sürecin bütününe bakarak yapmakta fayda bulunuyor. Bir nevi "Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır" yaklaşımı yani. Gelin bugün ehem ile mühimi ayırt etmek üzere Türkiye'ye bu günlerde nasıl bakılabileceğine bir değinelim. Bu arada krizi fırsata çevirmenin, kaybolan bu kadar zamana rağmen, hiç de imkânsız olmadığını vurgulayalım. Şu son haftayı, laf ebelerine her akşam bir kanalda, medya maydanozu olma imkânı sağlamak dışında, "yargı bağımsızlığı" açısından pek bir anlam ifade etmeyen ancak memleketin gerçek gündemini pek güzel perdelediği için tamamen siyasi bir düzenlemenin etrafında tartışmalarla geçirdik. Her akşam bir kanalda konuşanların, "pek âlâdır, efendimiz" ekolünden gelenleri dahi, yapılmak istenenin daha iyi yapılabileceğini biliyor. Ama insani olan işte böyle oluyor. Eğer bizden taraftaysa kör ölmeden badem gözlü oluveriyor. Peki, bu tartışma ortamı sıkıcı mı? Evet. Ancak öğretici de. Böyle dönemlerde daha sabırlı olmakta fayda bulunuyor. Türkiye tartışmayı ve sabırlı olmayı öğreniyor. İsterseniz bu hafta sonuna Ludwig Wittgenstein'den bir alıntıyla başlayalım. Akla sabrı düşürmek gerektiğinde ben hep bu lafı tekrarlarım: "Tohumu topraktan çekip çıkaramazsın. Ona ısı, ışık ve nem sağlayabilirsin. Kendi kendine büyümek zorundadır". Bu ne demektir? Tecrübe birinden diğerine anlatılarak aynen aktarılamaz. Herkes kendi tecrübesini kendisi yaşamak ve de öğrenmek durumundadır. Bu, ülkeler için de insanlar için de böyledir. Bu yaklaşım aynı zamanda başkalarının yaptıkları hataları tekrarlama riskini elbette içerir. Ancak o hatalar da o tecrübenin bir parçasıdır. Şimdi buradan çıkarak soruyu tekrarlayalım: Peki, bu durumda ne yapmak gerekir? Bir durum tespiti yapmak gerekirse nasıl bakmakta fayda vardır? Bu durumda yapılacak olan; o anlık, anlamsız ve de günlük tartışmanın şehvetine kapılıp, masayı devirmek değil, tohuma nasıl ısı, ışık ve nem sağlanabileceğini düşünmektir. Gelin bugün ekonominin durumuna bir bakalım. Bugün durum kötüdür. Bizimle alakalı olmayan bir küresel kriz, yöneticilerimizin ataleti sayesinde artık yüzde yüz yerli bir krize dönüşmüştür. OECD ülkeleri ve tüm G20 ülkeleri arasından bakıldığında Türkiye krizden en büyük hasarı alan ülke olarak öne çıkmaktadır. Bu durum göz göre göre bir nevi "canlı yayında cinayet" biçiminde gerçekleşmiştir. Buna çok kızabiliriz, acayip sinirlenebiliriz. Yöneticilerimizi kabiliyetsizlikle suçlayabiliriz, -ki öyledirler- ama sonuç nedir? Sonuçta televizyonların canlı yayın tartışma programları bittiğinde, incir çekirdekleri yine boş kalacak, ekonomimiz ise yine bir yıkıntı halinde kalacaktır. Nokta. Ama bakın buna rağmen yapılabilecek olanlar vardır. Sürece "ısı, ışık ve nem sağlama ilkesi" faydalıdır. Türkiye işgücü piyasasında beceri eksikliği problemini bu ortamda aşabilmek için bir büyük adım atabilir. Sürece "ısı, ışık ve nem sağlama prensibi" gereğince, kitlesel mesleki eğitim programlarını başlatabiliriz. Önümüzde iki yol bulunmaktadır. Ya her ilde eleman ihtiyacı duyanlara, bu ortamda ne tür nitelikleri taşıyan elemanlara ihtiyaç duydukları sorulacak ve bir ihtiyaç analizi yapılacaktır ya da tüm işsizlerimize her zaman için ve her yerde geçerli bir nitelik eklemek için adım atılacaktır. İkisi de doğrudur. Ancak en öncelikli olanı ikincisidir. Bu ortam işgücünün niteliğini yeniden yapılandırmak için kaynakların mobilize edilebileceği uygun bir ortamdır. Fırsatı kaçırmamakta fayda vardır. Tartışmaya doğru katkı anlık olaylara değil, sürece kilitlenmekle sağlanabilir. Peki, somut olarak ifade edilirse işgücü piyasalarında yapılabilecek olan nedir? TEPAV'ın 2007 yılında Dünya Bankası için yaptığı bir çalışma, mesleki eğitimle ilgili olarak, iki noktanın altını çizmektedir. İşgücü piyasalarında aranan nitelik ikidir: Birincisi, İngilizce konuşabilmektir. İkincisi ise bilgisayar kullanabilmektir. Her iki nitelik de işgücüne tek amaçlı biçim vermekle alakalı değildir. Her ikisi de yalnızca ufuk açıcıdır, nitelik kazandırma kapısını açıcıdır. Değişen iş yapma biçimlerine kolay uyum sağlayabilmeyi kolaylaştırıcıdır. Kalanı hikâyedir. İşte önümüzdeki dönemde kitlesel mesleki eğitim programları bu çerçevede tasarlanmalıdır. Dönüşüm sürecine "Isı, ışık, nem sağlama prensibi" bu çerçevede devreye girecektir. Peki, böyle bir adım attığımızda olacak olan nedir? Yarına, yarının rekabet ortamına hazırlanmaktır. Birinci nokta şudur: Dünya bugün dijital bir bölünme içindedir. Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı tarafından yayımlanan dijital yaygınlık endeksi hem bilgi iletişim teknolojileri altyapısının yaygınlığını hem de toplumun bu teknolojileri kullanmak için ne ölçüde hazır olduğunu dikkate alarak oluşturulmuş bir göstergedir. Bu endekste Türkiye'nin birinci kümede olmadığı görünmektedir. Bu endekste birinci kümede olmayan bir ülkenin ihracatını yüksek teknolojili ürünlere doğru yayabilmesi ihtimali yoktur. İhracatının teknolojik kapasitesini artıran ülkeler, dijital yaygınlık endeksinde ilk kümede yer alabilen ülkelerdir. Türkiye şimdilik orada değildir. Fırsat işte bu olmalıdır. Bu da günün ikinci tespitidir. Üçüncü tespit ise Türkiye'nin uzağında bulunan ülkelerdeki gelir düzeyine bakınca görünmektedir. Evet, yanılmadınız, ihracatının dağılımını daha yüksek teknolojili ürünler yönünde değiştirebilen ülkeler kişi başına milli geliri de yüksek olanlardır. O vakit, yapılacak olan işgücümüzü dijital çağa uygun hale getirmektir. Zaman, TEPAV çalışmasında ortaya konulan eksiklikleri giderme zamanıdır. Peki, yatırım teşviki paketi açıklayarak, desteklenecek sektörleri belirlemek ne anlama gelmektedir? Sizler, ekonomi politikası tasarımında hatalara son derece açık olduğumuz bu kriz döneminde, yöneticilerimizin ülkemizin geleceğini belirlemede doğru tercihleri yapabileceklerine inanıyor musunuz? Ben inanmıyorum. O vakit yatırım teşvikleri paketi değiştirilmelidir. İlke "ısı, ışık ve nem sağlamak" olmalıdır. İdarecilerimiz, anlamadıkları işlere karışmamalıdırlar. Teşvik mevzuatı her şeyi bilen "halaskâr zabitan" mantığından kurtarılmalıdır. Milyonlara, dünyadaki eğilimleri takip edebilme becerisini kazandırmadan, kişi başına düşen milli geliri adaletli bir biçimde artırmak mümkün değildir. Bunun için bir seferberlik hali gerekir, İttihatçılık genlerimizdedir.

    Bu yazı 11.07.2009 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır