Arşiv

  • Nisan 2024 (14)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)
  • Mayıs 2023 (9)

    IMF programı Türkiye'yi krizin etkilerinden korumuştur.

    Güven Sak, Dr.10 Ekim 2009 - Okunma Sayısı: 964

    İstanbul'da yapılan 2009 IMF-Dünya Bankası Yıllık Toplantıları vesilesiyle, bu haftanın başında HAK-İŞ tarafından düzenlenen bir toplantının konusu, "IMF programlarının dünya ekonomilerine etkisi"ydi. Toplantı, Türkiye'de ve ağırlıklı olarak Türkçe konuşan bir topluluk için düzenlendiğinden, konuyu Türkiye'ye getirmemek olmazdı. Bakın, ben de öyle yaptım. Toplantıda bir soru geldi: "IMF programlarının Türkiye ekonomisinin kriz performansına etkisi nedir? Hiç düşündünüz mü, bu dönemde, IMF programlarının Türkiye ekonomisinin kriz performansına nasıl bir etkisi oldu?" Bakın ben düşünmeye başladım. Bu soruyu cevaplarken öncelikle durumun tespit edilmesi gerekir. Türkiye, "el kesesinden düğün bayram anlayışı"nın yönetiminde, küresel ekonomik krize karşı dişe dokunur hiçbir tedbir almamıştır. Rakiplerimiz haldır haldır tedbir alırken, bizim buralarda karar merkezinde garip bir sükûnet etrafı kaplamıştır. IMF küresel yangını söndürmek için ciddi bir dönüşüm sürecinin içine girmişken, Türkiye fırsattan istifade edememiş, krizi bir fırsata çevirme imkânını acayip ıskalamıştır. "Emanet ehil ellerde olmadığında, kıyameti beklemenin hikmeti"ni bugün en iyi kent yoksulları ile firmalarımızın sahipleri ve yöneticileri bilmektedir. Bu birinci tespittir. Nedir bugün Türkiye ekonomisinin durumu? Bugün Türkiye ekonomisini en iyi anlatacak kavram İngilizcedeki "dichotomy" (ikilik) kavramıdır. Bankacılık kesimi ile reel sektör birbirinden ayrılmıştır. Aralarındaki ilişki kopuktur. Bankalarımız bu dönemde başka ülke deneyimlerinin tersine sağlam kalmış, ama giderek kendi içlerine kapanmışlardır. Bu kendi içlerine kapanma süreci, şirketlerimizin krizin tüm etkisini olanca ağırlığı ile doğrudan hissetmesine neden olmuştur. Tam da bu nedenle kriz en çok çalışanları vurmuştur. Ortadaki vurgun 2001 yılındakinden daha derindir ve bu vurgun yemiş hal birdenbire geçmeyecektir. Ekonomimizdeki bu ikili yapı nedeniyle, memleketimiz iki mevsimi aynı anda yaşamaktadır. Finansal sektörde bir bahar havası hâkimken, şirketler kesimi kışa çoktan girmiş gibi durmaktadır. Bu da günün ikinci tespitidir. Peki, bu ikili yapı nereden kaynaklanmaktadır? IMF programından elbette. Evet, evet, ortadaki gaflet uykusuna rağmen 2001 yılındaki eski IMF programı Türkiye'yi korumuştur. Hatırlayalım, lütfen, Türkiye, 2001 yılının hemen ertesinde güçlü bir IMF programını uygulamaya koymuş ve 2002'de iktidara gelen siyasi kadro, o programı harfi harfine uygulamak basiretini göstermiştir. Yönetici elitimiz, sarayın duvarları ardına çekilmeden, ilk dönemde, işler galiba daha iyiydi. Peki, eski program Türkiye'yi yeni krize karşı nasıl korumuştur? Gayet basit. Bankacılık sektörünü sağlıklı bir onarıma tabi tutup, muhafazakâr bir düzenleme çerçevesine oturtarak elbette. Küresel finansal krizin bankalarımızın bilançolarında ciddi bir etkiye yol açmaması elbette iyidir. Krizin etkisinin sınırlanmasına neden olmuştur. Bugünkü ikili yapının nedeni, esasen, dün, bankaların IMF programı ile tedaviye tabi tutulmuş olmasıdır. Bu da günün dördüncü tespitidir. Beşinci nokta ise şudur: Aynı eski IMF programı, başarısıyla, Türkiye ekonomisini küresel ekonomik krize daha açık hale de getirmiştir. Burada Avrupa Birliği de günahı IMF ile birlikte paylaşmalıdır. Yöneticilerimizin ise herhangi bir günahla zinhar alakaları yoktur. Olamaz da zaten. Neme lazım bir vergi cezası da size bize geliverir. Bu aralar, sarayda, savcılar değil, vergi denetim elemanları daha "in" görünmektedir. Bekleyin, bu konunun düşündürdüklerine de geleceğiz. 2002 sonrasındaki iktisadi ve siyasi istikrar ortamı ile birlikte, Avrupa Birliği süreci ivme kazanmışken, 1996 yılında imzalanan Gümrük Birliği anlaşması gümbür gümbür işlemeye başlamıştır. Dış ticaretimiz üçe katlanmıştır. Hayali cihana değen o geçmiş zamanı hatırlayanınız var mı? Vallahi, ben özlemle hatırlıyorum. Bir o güne bakın, bir de bugüne, Allah aşkına. Neyse, işte IMF programının getirdiği o göreli istikrar ortamı Türkiye'yi dünya ekonomisine daha sıkı bağlarla bağlamıştır. Hal böyle olunca, bugün kürenin herhangi bir yerinde bir kelebek kanat çırpsa, bizim etkilenmememiz düşünülemez elbette. Nitekim öyle olmuştur. Siz, kelebeğin kanat çırpmasını değil, sistemin bir tarafında çıkan bir kasırgayı, günbegün televizyondan izleyip, hiçbir tedbir almazsanız, etkilerine olanca ağırlığıyla katlanmaktan başka bir çareniz yoktur. Nitekim öyle de olmuştur. Demek ki neymiş, eski IMF programı Türkiye ekonomisini küresel krizin etkilerine daha açık hale getirerek kötülük yapmış, ama aynı zamanda, bankacılık reformu sayesinde olumlu katkıda da bulunmuştur. Peki, bu eski IMF programıdır. Yeni IMF programlarının, Türkiye inatla tedaviyi reddetse bile, Türkiye ekonomisi üzerine olumlu bir etkisi olmuş mudur? Evet, olmuştur. Bence burada da incelenebilecek bir alan vardır. Yeni IMF programları küresel fon akımlarının tarihsel düşüşlere neden olduğu bir ortamda, özel fon akımlarındaki azalmayı telafi etmek amacı ile tasarlanmışlardır. Tembel iktisatçıların şimdilerde yeni yeni öğrendikleri tam da budur. Azalan fon akımları ortamında, IMF'nin bazı ekonomileri kenara ayırıp, onların fon talebini karşılamış olması hepimiz için iyi olmuştur. Azalan fon arzına talebi de azaltarak cevap verilmiştir. Bu ilk noktadır. İkincisi ise o ülkelerin iflas etmesinin önlenmesi sayesinde küresel fon akımlarının azalarak da olsa devamlılığını temin edebilmek mümkün olmuştur. Yaralı bankacılık sistemi bir de iflas riskini üstlenseydi acaba ne olurdu? Eski IMF programı sayesinde bankacılık sistemini ayakta tutabilen Türkiye, yeni IMF programlarının dolaylı etkisinden de olumlu anlamda etkilenmiştir. Bu da günün altıncı tespitidir. Yedinci tespit ise açıktır: IMF programları, Türkiye'yi korumuştur. Ne yapalım, beğenseniz de beğenmeseniz de işin doğrusu budur.

    Bu yazı 10.10.2009 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır