Arşiv

  • Nisan 2024 (14)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)
  • Mayıs 2023 (9)

    Koca koca şehirleri neden öyle bırakıp gidiverirler?

    Güven Sak, Dr.07 Kasım 2009 - Okunma Sayısı: 978

    Haber, geçenlerde Radikal gazetesindeydi. Başlık şöyleydi: "Eski Mısır kadar gelişmiş bir uygarlıktı, 3600 yıl önce yok oldular". Bundan sonra Güney Amerika'nın en eski uygarlığının merkezi olan Caral-Supe medeniyetinin kaderi anlatılıyordu. Caral-Supe, 5000 yıl öncesine aitti, Eski Mısır'la yaşıttı. Bu hesaba göre dünyanın ilk küçülen kenti mi oluyor acaba? Aynı 1950 yılından beri Amerika'nın Detroit kentinin yarı yarıya küçülmüş olduğu gibi. Hiç düşündünüz mü? Koca koca şehirleri neden öyle bırakıp gidiverirler? Mesele galiba iklim değişikliği ile yakından alakalı. Müsaadenizle bugün önce hızla bir Teotihuacan kentinin akıbetine bakalım. Sonra da konuyu iklim değişikliği ve çevreye bir bağlayalım. Ben, Caral-Supe'yi görmedim. Ama bakınız bundan birkaç yıl önce Mexico City yakınlarındaki Teotihuacan'ı ziyaret ettim. Şimdi birilerinin "Yahu, Efes var ya, burnumuzun dibinde kardeşim" dediğini duyar gibiyim. Ama hayat işte böyledir. Mesela Ankara'da burnunuzun dibindeki "Anadolu Medeniyetleri Müzesi"ne gitmek aklınıza gelmez ama Washington'da bir Smithsonian Enstitüsünün Doğal Tarih Müzesi'ni mutlaka gezmiş olursunuz. Birincisi insan burada değil de oradayken daha boş zaman bulur. İkincisi, mutlaka bir yağmur yağar, turistlerin en iyi sığınağı müzelerdir. En azından bu turistin müze bilgisi çevre koşulları ile yakından alakalıdır. Güneşli, ılıman bir havada öldür Allah bir müze filan ziyaret etmez. Neyse lafı uzatmayalım, konumuza dönelim. Teotihuacan devasadır. İnsanlar geride devasa anıtlar bırakmışlardır. Koca koca piramitlere insanın nefes nefese kalmadan ve de başı dönmeden tırmanabilmesi mümkün değildir. Vallahi, en azından bu benim için böyleydi. Üstelik şöyle böyle bir on yıl kadar gençtim galiba o zamanlarda. Çıkması bir dert, her bir basamak yarım metre kadar. Çıktıktan sonra aşağıya doğru bakması bir dert, insanın başı dönüyor. Aşağıya inmek içinse kesin birine sıkı sıkıya yapışmak gerekiyordu. Hadi itiraf edeyim: Ben aşağıda bekledim millet piramitleri gezerken. Buradan çıkartılabilecek olan sonuç şudur: Teotihuacan'da o gün yağmur yağmıyordu. London School of Economics'in İstanbul'da bu hafta düzenlediği Urban Age toplantısı esasen dünyamızda büyüyen kentler üzerineydi. Buna göre, mavi yerküremizde yaşayan 6.5 milyar insanın yaklaşık 3 milyarı kentlidir. 2030 yılında ise bundan yaklaşık 20 yıl sonra şehirli nüfusun sayısı 4.2 milyarı aşacaktır. Dünya kentlileşmektedir. Kentler ise problemdir. Halbuki "Shrinking cities" projesine göre bir dizi ABD şehri de hızla küçülmektedir. Detroit, Philadelphia gibi şehirler bu listenin başında yer almaktadır. Peki neden küçülmektedir? Gayet basit bir nedenle: İnsanlar artık orada hayatlarını idame ettirecek imkânlara sahip olamamaktadırlar. Teotihuacan'dan günümüze değişmeyeni öncelikle işaret etmekte fayda vardır. Türümüz, bir yaşam alanında hayatını daha fazla idame ettiremeyeceğini düşündüğünde orayı terk etmektedir. Kentle bağımız her zaman için aynıdır: Karnımızın doyduğu yerde yaşarız. Bu açıdan diğer canlı türlerinden pek bir farkımız olduğunu söylemek mümkün değildir. Bu birinci tespittir. Şimdi gelelim ikinci tespite.. Kentler öyle birdenbire boşalmamakta ama tedrici olarak nüfus azalmaktadır. Peki, kentleri tedrici olarak yaşanmaz hale getiren nedir? Üçüncü tespitimiz şudur: Kentleri yaşanmaz hale getiren, türümüzü bavulu toplayıp başka yere gönderen, "bir birim enerji elde etmek için harcamak zorunda kaldığımız enerji miktarı"nın nüfusun artmaya başlaması ile birlikte giderek artmasıdır. Karnımızın doyması denilen hadise bir nevi tam da bu değil midir? Bir sincap, bir fındığı yiyebilmek için harcadığı enerjiden daha fazlasını bir fındıktan elde edemiyorsa türünü devam ettiremez. Aynı durum homo sapiens için de tamamıyla geçerlidir. Teotihuacan'ın derinliklerinde bulunan ve yetersiz beslenmeye işaret eden çocuk iskeletleri tam da bu probleme işaret etmektedir. Buradaki problem ise bizi, üzerinde daha ayrıntılı durmamız gereken dördüncü tespitimize götürecektir. Türümüz yaşamını idame ettirebilmek için, belli bir çevrede, doğayı giderek daha yoğun bir biçimde sömürmeye çalışmaktadır. Jared Diamond, Türkçeye de çevrilen "Collapse" adlı çalışmasında çevresel yıkımın sekiz temel unsurunu saymaktadır. Bu unsurlar şu şekilde özetlenebilir: Nüfus artışı ile birlikte yerleşik insan toplumları yaşama ortamlarını tahrip etme eğiliminde olmaktadırlar. İklim değişikliği bu çerçevede bakıldığında dünyanın uygarlaşmasının, kentlileşmesinin son derece doğal bir sonucudur. Kendi haline bırakıldığında türümüzden beklenebilecek olan budur. Bu da dördüncü tespittir. Beşinci tespit ise işin termodinamiğe bağlanması ile alakalıdır. 1930'lu yıllarda bir varil petrol tutarında enerji harcanarak 100 varil petrol çıkartılabilmektedir. 1'e 100 olan bu oran 1990'larda 1'e 36 olmuştur. 2006 yılında ise 1'e 19 olmuştur. Bu ne demektir? Yirmi varil petrolün bize getireceği enerji için artık bir varil petrol karşılığı enerji harcanmaktadır. Bu oran 1'e 3 olursa türümüzün hayatiyetini idame ettirebilmesi mümkün değildir. Demek ki nedir? Yeryüzündeki insan varlığının bekası için teknolojik altyapımızın kalıcı bir biçimde değiştirilmesi gerekmektedir. Bu da günün beşinci tespitidir. Yoksa olup bitecek olan Teotihuacan'da zaten görülmektedir. 2050'ye gelince Detroit'in de Teotihuacan gibi olmaması için bir sebep yoktur. Türümüzün sonu esasen aynen Shelley'in Ozymandias şiirindeki gibi olabilir. Yolcu, çölün ortasında, kumlara gömülü kırık dökük kocaman bir heykel bulur. Heykelin kaidesinde "Ben Ozymandias, kralların kralı" yazmaktadır, "Bakın eserlerime ve titreyin". Kocaman heykel yıkıntısının çevresinde kumlar bomboş ufka kadar uzanmaktadır. İklim değişikliği hadisesi bu açıdan bakıldığında son derece ciddidir.

     

    Bu yazı 07.11.2009 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır