Arşiv

  • Mayıs 2024 (1)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    Geçmişle hesaplaşma geleceğin yerini almamalı

    Güven Sak, Dr.22 Aralık 2009 - Okunma Sayısı: 1031

    Dün Referans "Genç girişimciler tedirgin" manşeti ile çıktı. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) hafta sonu Ankara'da ülkemizin en geniş tabanlı genç girişimciler hareketini başlattı. Demokratik oda hareketi, kadın girişimcilerden sonra genç girişimcileri de bünyesinde örgütlemeye başladı. İyi de yaptı. Genç Girişimciler Kurulu Kongresi'nin ilki Ankara'da yapıldı. Toplantıya Türkiye'nin her tarafından 1500 delege katıldı. Toplantıya katılanlar gençlerdi. Katılımcıların yüzde 70'i 30-39, kalanı ise 20-29 yaşları arasındaydı. Peki, o manşet nereden çıktı? Genç girişimciler hakikaten rahatsız mıydı? Toplantıdan benim aldığım izlenimler azıcık farklıydı. Bakın nasıldı? Artık her toplantının başında salonun nabzını hemen tutabilmek mümkün oluyor. TOBB Genç Girişimciler Kurulu Kongresi'nin başında yapılan elektronik anket gazetelerimize manşet oldu. Herkes anketin anında ortaya çıkan sonuçlarını meşrebine göre gazetelerinde kullandı. Müsaadenizle bugün hem ankete hem de toplantının genel havasına bakarak üç adet sonuç çıkaralım. Birincisi, şudur: Türkiye'de genç girişimcilerin kahir ekseriyeti aile işini şöyle ya da böyle devam ettiren ikinci kuşak iş insanlarıdır. Dış kaynaklardan yararlanarak işini kuranların oranı toplamın yüzde 5'i mertebesindedir. Dış kaynak denildiğinde akla gelmesi gereken ise finansal sisteme erişebilmektir. Kamu desteklerinden, mesela Teknoloji Geliştirme Vakfı kaynaklarından yararlananların oranı ise yüzde 1,4 oranındadır. Bu, şu demektir: Türkiye, yeni nesil girişimci oluşturabilecek bir yatırım eko-sistemine sahip değildir. Burada, yeni nesil girişimci ifadesinden bir aileden ikinci kuşak girişimci olmayan, ailenin ilk girişimci kuşağı anlaşılmalıdır. Bu, bir ülke için kazançtır. Türkiye için de kazançtır. Bunun neden böyle olduğunu düşünenlerin "Peki, üniversite sistemimiz yeni girişimci yetiştirmeye ne kadar müsaittir?" diye düşünmesi gerekir. Bu akıl yürütmenin nişanesi mesela Yüksek Öğretim Kurulu'nun (YÖK) bugüne kadar ilgilendiği konular olabilir. Söyler misiniz, YÖK, bugüne kadar, yükseköğretim sisteminde, geçmişle hesaplaşmayı içermeyen, geleceğin tasarımına yönelik hangi meseleyle ön plana çıkmıştır? Üniversitelerimizde "icat çıkarma" geleneğini yerleştirecek hangi adımın öncülüğünü üstlenmiştir? YÖK'ün gelecekle değil geçmişle ilgilendiği bir ülkede yeni nesil genç girişimcilerin oranı işte böyle düşük olur. Bu birinci noktadır. İkinci nokta, doğrudan bu tespitin devamıdır. İngiltere'de Thatcher dönemi üniversite reformunun özü, üniversitelerde güçlü bir yeni nesil girişimci geliştirme eko-sisteminin oluşturulmasıdır. Girişimci bir nevi Hüda-i nabit değildir. Girişimciler tarlada kendiliğinden yetişmez. Girişimciliğin ülkede güçlenmesi ancak o girişimcilerin gelişebileceği iktisadi ortamın oluşturulması ile mümkündür. Türkiye'de güçlü bir girişimci gelenek vardır. TOBB Başkanı Sayın Hisarcıklıoğlu'nun "Kenya'ya giden uçakta rastladığı, İngilizce bilmeyen, kendi başına pazar arayan" girişimci ruh Türkiye'yi 3 milyar dolar ihracattan 130 milyar dolar ihracat seviyesine taşımıştır. Ancak bu küresel rekabet ortamında bundan öteye yol yoktur. İcat çıkarmadan daha öteye gidebilme yolu yoktur. İcat çıkarmanın yolu ise buna uygun bir ortamın ülkede bir an önce oluşturulmasıdır. Türkiye'nin hayallere, sonra da o hayalleri gerçeğe dönüştürebilecek bir ortama ihtiyacı vardır. Bugün itibariyle o ortam Türkiye'de yoktur. Üçüncü nokta şudur: Genç girişimciler, iktisadi ortamın kendilerini desteklememesi yanında giderek kutuplaşan siyasi ortamdan yakınmaktadırlar. Girişimciliğe engelleri yalnızca iktisadi faktörleri öne çıkararak sorarsanız, gençler yüzde 23,2 ile en çok finansmana erişim ve finansmanın maliyetinden yakınmakta, ikinci olarak ise yüzde 21,4 ile vergi oranlarını yüksek bulmaktadırlar. Ama aynı soruya "artan siyasi kutuplaşma"yı eklerseniz, yüzde 42 artan siyasi kutuplaşmayı en büyük risk faktörü olarak alırken, finansmana erişim yüzde 14,4'e inmektedir. Ülkedeki gergin siyasi atmosfer ve bozulan siyasi istikrar ortamı gençleri tedirgin etmektedir. Bunlara bakınca, altı çizilmesi gereken dördüncü nokta şudur: Türkiye bir süredir geçmişle hesaplaşmanın geleceğin tasarımının önüne geçtiği bir garip sürecin içinden geçmektedir. Geçmişle çekinmeden hesaplaşıyor olmak elbette iyidir. Ancak geçmişle hesaplaşmanın ileriye yönelik bir manası yoksa bu kötüdür. Geçmişle ancak geleceği kurmak için hesaplaşılabilir. "Hele bir önce hesaplaşalım, ötekini bertaraf edelim, sonra geleceğe biz kendi başımıza bakarız" demek ise olabileceklerin en kötüsüdür. Türkiye son dönemde tam da böyle bir sürecin içinden geçmektedir. Bu süreç, iktisadi olarak, tedirgin edicidir. Siyasi kavga atmosferi yanı başında giderek artan bir politika belirsizliği getirmektedir.   Politika belirsizliği iktisadi karar vericiler açısından kötüdür. Burada "aman aman işler ileride iyi olacak" demenin hiçbir anlamı yoktur. Neden yoktur? Yatırım kararları bugünden alınacaktır. Küresel iktisadi krizin politika belirsizliği ile buluşması yalnızca 2010'u içermeyecektir. İşin cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yapılacağı 2012'ye kadar yolu vardır. Küresel belirsizliklere içeride politika belirsizliğinin üç yıl için eklenmesi kötüdür.

     

    Bu yazı 22.12.2009 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

     

    Etiketler:
    Yazdır