Arşiv

  • Nisan 2024 (14)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)
  • Mayıs 2023 (9)

    Balyozsuz reform olmaz mı

    Güven Sak, Dr.28 Ocak 2010 - Okunma Sayısı: 1038

    Türkiye'nin bir geniş siyasi mutabakat zeminine ihtiyacı vardır. Yalnızca anayasasını değiştirmek için değil, bütçesini sağlam ilkelerle yapabilmek için de. Türkiye'nin demokratik siyasi tarihi mali disiplinsizlikler geçidi gibidir. Gün geçmez ki, biri "Onlar ne verirse, beş lira fazlası" demesin. Hep ceremesini çekeriz ama biz onu yine de hep yaparız. Bugünkü IMF'den gelecek üç kuruşa muhtaç halimiz tam da mali disiplinsizlik eseridir. Peki, kamu maliyesindeki reformlara hiç baktınız mı? Bakın, mesela, ülkemiz bugüne kadar demokratik dönemlerde kapsamlı vergi reformu yapabilmiş değildir. Gelir Vergisi Kanunu 1947 yılında yürürlüğe girmiştir. Değişiklikleri, 1960 darbesi ve 1971 muhtırasına rastlamaktadır. 1980 darbesi ise KDV dahil bir dizi reform çabasını gündeme getirmiştir. Günün sorusu yukarıdadır: Bu ülkede balyozsuz reform mümkün değil midir? Neden hep böyle olmuştur? "Türkiye'nin problemi nedir" diye merak edenleri aşağıya bekleriz efendim. Vergi reformu, ülkede kaynak dağılımının kamu müdahalesi ile değiştirilmesi demektir. Kazananları olacaktır, kaybedenleri olacaktır. Kaynak, birilerinden alınıp, başka birilerine aktarılacaktır. Böyle kapsamlı bir müdahale kaybedenlerin ikna edilmesini, kazananların da gerekirse bir geçiş sürecinde, kaybedenleri bir süre için telafi etmesini zorunlu kılacaktır. Değişim, demokratik ülkelerde böyle olur. Pazarlıkla gerçekleştirilir. Öyle "her şeyi bilen kurtarıcı ışıkların" kaynağı kendinden menkul iradesine doğrudan yaslanmaz. Akşamdan sabaha olmaz. Değişim, çaba ister. Öyle balyozla sağa sola saldırmak ya da gölgenle bile kavga etmek için değil, ikna etmek için. Ortaya bir büyük mutabakat zemini, bir çoğunluk koalisyonu çıksın diye ikna etmek için. Türkiye'de bu günlerde olmayan tam da budur. Türkiye'de bir süredir eksik olan ve atılan her adımı yarım bırakan da budur. Mesele, esas itibariyle bir üslup meselesidir. Demokrasi, üsluptadır. Öfke ve sabırsızlık ise "Kardeşim, ben zaten doğrusunu biliyorum, ne diye zamanımı çalıyorsun, ben seni neden ikna etmek zorunda olayım ki?" demenin göstergesidir. İttihatçılıktır. Demek ki neymiş, "Öfke de bir hitabet sanatıdır" ifadesi doğru değilmiş. Memlekette bu günlerde demokrasi adına mangalda kül bırakılmıyor ya, buyurun bir de meseleye bu açıdan bakın bakalım: Türkiye, neden bütün büyük vergi reformlarını askeri darbe dönemlerinde, demokrasi dışı dönemlerde gerçekleştirmiştir? Türkiye'nin modernleşme ve dünyalılaşma yolunda makas değiştirmesine yol açan, daha geçen hafta sonu, otuzuncu yılını idrak ettiğimiz "24 Ocak kararları" neden bir askeri darbe döneminde uygulanma imkânı bulmuştur? Bunlar demokrasimizin ayıpları listesini doğrudan kabartmamakta mıdır? Demokrasimiz, geniş bir mutabakat zemini inşa ederek, ortak problemlere ortak çözümler getirmeyi neden becerememektedir? Bu durum bu günlerde neden önemlidir? Türkiye'nin kendi meselelerine "ikna yoluyla" geniş mutabakat zeminleri oluşturarak çözüm bulması artık vazgeçilemez bir ihtiyaçtır. Ekonomi için bir ihtiyaçtır. Aş, iş ve ekmek mücadelesi verenler için acil bir ihtiyaçtır. Talebimiz acil demokrasidir. Öyle üç günlük kişisel ikbal hırsları için değil, geçmişte kalmış yaralarımız için değil, yarını kurabilmek için acil demokrasiye ihtiyacımız vardır. Bu iki nedenle böyledir: Birincisi, Türkiye, düşük tasarruf oranı nedeniyle sürdürülebilir büyümeyi garanti altına alacak sağlam bir kamu maliyesi sistemine ihtiyaç duymaktadır. Yunanistan bir süredir kamu maliyesi felaketi nedeniyle tartışılıyordu. Geçenlerde Wall Street Journal, Portekiz'e dikkat çekti. Hem Yunanistan hem de Portekiz'in ortak yanı her iki ülkenin de düşük tasarruf oranlarına sahip olmasıdır. Aynı Türkiye gibi düşük tasarruf oranlarına. Düşük yurtiçi tasarruf oranı, büyümeyi yabancı tasarruflara dayalı hale getirmektedir. Bir ülkenin tasarruf oranını bir nesilde öyle hızla değiştirebilmesi mümkün olmadığına göre büyüme sürecinin kesintiye uğramaması teknik olarak mümkün değildir. Büyüme sürecinin sürdürülebilirliği için alınabilecek temel tedbir sağlam bir kamu maliyesi reformudur. Bu ilk noktadır. İkinci olarak, Türkiye için tartışılmaya başlanan mali kural siyasetin bütçe kısıtına saygı göstermesini sağlamalıdır. Düşük tasarruf oranına sahip ülkelerde, bütçe açığı siyasi değil, teknik bir gösterge olarak alınmalı ve parlamentonun bütçe hakkına bir sınır getirilmelidir. Bütçenin sonucu, bütçe dengesi teknik bir kısıt olmalı, siyasetin bütçe hakkı, toplam tutarı önceden belli olan, kamu harcaması desenini değiştirmekle sınırlandırılmalıdır. Vergi gelirleri ise öyle her bütçe döneminde bir kontrol değişkeni olmaktan çıkarılmalıdır. Bu durumda, mali kural, bütçe açığını, kamu harcamaları üzerinden sınırlandırmayı hedeflemelidir. Üçüncüsü ise bütçeyi derleyip toparlayacak, bugünkü elek halinden çıkartacak, vergi gelirlerinin yapısını şimdi, bundan sonrası için sağlamlaştıracak bir yeni vergi reformları dönemine ihtiyaç vardır. Kayıtdışılıkla mücadeleden anlamamız gereken tam da budur. Hem vergi sistemi hem de vergi denetim sistemi elden geçirilmelidir. İşte bunu, bugüne kadar, demokratik biçimde yapabilmiş değiliz. Türkiye, bundan böyle siyasi mutabakat ortamı sağlanmadan, değil anayasasını değiştirmek, bütçe politikasını bile sağlıklı bir biçimde gerçekleştiremez.   Yakın gelecek için de umutlu olmak için bir neden var mıdır? Sinir krizinin eşiğindeki politikacıların mutabakat zemini tesis edebildiği tarihte görülmemiştir. Türkiye değil, dünya tarihinde. Geleceğiz. Meraklısına not: Vergi reformları ve darbeler ilişkisini, Selami Şengül (1997) "Bir hurafe: Kayıtdışı ekonomi" (İmaj Yayınları) adlı eserden aldık. Sayın Şengül'ün kitabı bana kalırsa hemen yeniden basılmalı.

    Bu yazı 28.01.2010 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır