Arşiv

  • Mayıs 2024 (2)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    Obama neden medyaya bağırmıyor

    Güven Sak, Dr.27 Şubat 2010 - Okunma Sayısı: 920

    Geçen hafta olup bitenler bir ülkede mutabakat zemininin ortadan kalkmasının işleri nasıl içinden çıkılmaz hale getirdiğine delil olarak alınmalıdır. Mutabakat zemininin ortadan kalkması, herkesi birbirine kuşku ile bakmaya yöneltmekte ve de ülkede bir nevi "Kavgada yumruk sayılmaz" atmosferinin oluşmasına neden olmaktadır. Bu, kötüdür. Bu hava zehirlidir. Su getirme iddiasında olanların, testinin kırılmamasının önemini bilenlerin, icraatı kendisine dert edinmiş olanların bu ortamda mesuliyetleri azalmaz artar. Mesulün, tüm kurumları bir araya getirerek sistemin işlemesini temin etmesi gerekir. Yoksa millet zaten testiyi kıranla suyu getireni ayırt etmeyi bilir. Hep bilmiştir zaten. Bu ülkede, mevcut idare sisteminde, ortadaki mesuliyetin sahibi Sayın Başbakanımızdır. ABD'de, onların idare sistemi içinde ise onların mesulü Başkan Obama'dır. Son günlerde hiç düşündünüz mü, Obama acaba neden toplumsal mutabakatı temin etmek için bir dizi girişimin içindedir? Problemin kaynağı Amerikan Kongresi'nin yapısı ama Başkan "Hadi gelin anayasayı değiştirelim, Kongre başka türlü çalışsın" benzeri "yerim ve yenim dar" numaralarına da girişmedi. Oturup toplumsal mutabakat arayışına girişti. Bir işi yapamıyorsanız, yapamama nedeniniz konu ile ilgili geniş bir toplumsal meşruiyet zemini oluşturmamış olmanızdır. Başkan şimdilerde kendi sağlık reformu tasarısı için galiba tam da bunu düşünüyor. Gelin bir bakalım ve de anlamaya çalışalım. Başkan önce Amerikan Kongresi'ndeki muhalefet partisi yetkilileri ile bir araya geldi. Daha sonra ise bir televizyon programında farklı görüş sahipleri ile bir araya gelerek, ortak nokta aradı. Neden böyle yaptı? Elbette iktidarın "yakınma ve ağlama değil, icraat makamı" olduğunun bilinci ile böyle yaptı. Yoksa televizyonlara çıkıp, "Muhalefet beni çalıştırmıyor" da diyebilirdi. Demedi. Neden demedi? Ne diyecekti? "Yapamadığım icraatın sorumluluğu muhalefetindir" demenin anlamsızlığı nedeniyle elbette. Sen iktidara gelmişsin, sağlık reformu yapacaksın, bunun için oy almışsın, "Muhalefet sağlık reformunu engelliyor" demenin anlamı nedir? Anlamı yoktur. Orada da yoktur. Burada da yoktur. Nitekim işte bakın Başkan Obama, sağlık reformu tasarısına toplumsal meşruiyet ve de bu reformu yapabilmek için Kongre'de mutabakat arıyor. Önce isterseniz ortadaki idari meselenin bir altını çizelim. İdari mesele, Amerikan siyasi sisteminin örgütlenme yapısı ile birebir ilişkilidir. Buna göre, yasama organı iki parçadan oluşmaktadır. Bir yanda, nüfus dağılımı dikkate alınarak tasarlanmış bir Temsilciler Meclisi ve de nüfusa bakılmaksızın her eyaletten seçilerek gelen iki temsilciden oluşan bir senato vardır. Her yasa ve de atamanın bu iki meclisin onayı ile olması gerekmektedir. Bu durumda, seçmenlerin yüzde 11'ini oluşturan eyaletler bir araya gelerek, yürütmeye ve de icraata engel olabilmektedirler. Nitekim Başkan Obama'nın son günlerdeki probleminin kaynağında tam da bu iki meclisli yapı vardır. Başkan Obama halkın yüzde 53'ünün oyunu almıştır. Gerçi onun bu günlerdeki kamuoyu desteği de ismi lazım değil, bazılarınınki gibi yüzde 30'ların altındadır. Ama bakın Obama bir kez bile "Bu anayasa ile ülke yönetilmez" dememiştir. Siyaset, çözüm üretme sanatıdır. Hemen ve şimdi çözüm üretirken, kurumlar ve kurallarla oynamak yerine, mutabakat zemini aramak her zaman daha kolaydır. Nitekim Obama bu günlerde tam da bunu yapmaktadır. Bu, akılda tutulması gereken ilk noktadır. Peki, ABD'de mutabakat arayışı neden şimdi önemli hale gelmiştir? Gayet basit bir nedenle. Demokrat Senatör Edward Kennedy'nin hayatını kaybetmesi ile yapılan seçimi Cumhuriyetçiler kazanmıştır. Böylece iktidardaki Demokratlar yalnızca bir kale kaybetmemişlerdir. Senato'da üçte ikilik süper çoğunluklarını tek oyla kaybetmişlerdir. Senato'da bugün itibariyle 59 Demokrat ve de 41 Cumhuriyetçi vardır. Bu durumda, herhangi bir yasayı engellemek için bir senatörün sürekli konuşmasını engellemenin bir yolu ortadan kalkmış ve de Cumhuriyetçiler önemli bir kazanım elde etmişlerdir. Süper çoğunluğun kaybı toplumsal mutabakat arayışını hızlandırmıştır, yoksa "anayasayı değiştirmek lazım" tartışmasını çıkarmamıştır. Bu da akılda tutulması gereken ikinci noktadır. Gelelim üçüncü noktaya: Nedir bu süper çoğunluk kuralı? Süper çoğunluk kuralı (Rule XXII) az sayıda senatörün görüşmeleri uzatarak engellemesini ortadan kaldırmak için bundan yaklaşık yüz yıl önce bulunmuş bir içtüzük değişikliğidir. James Stewart'ın oynadığı "Mr. Smith goes to Washington" filmini hatırlıyor musunuz? İşte orada idealist bir avukata, getirilen tasarıyı öldürme imkânı veren "sürekli konuşma" (filibuster) yetkisini sınırlandırmak bu içtüzük değişikliği ile mümkün olmuştur. Buna göre senatörlerin üçte ikisi "yeterli müzakere" olduğuna karar verebilmektedir. Aksi takdirde, tasarı geçememiş olmaktadır. Woodrow Wilson, ABD'yi Birinci Dünya Savaşı'na sokabilmek için bu değişikliği yapmış ve istediğini almıştır. Şimdi Senato'daki 59/41'lik yeni denge müzakere yeterliliği oylamaları ile karar alabilmeyi imkân dışına sokmuştur. Peki, onlar ne yapmışlardır? "Bu kuralı değiştirmek lazım" yerine "nasıl mutabakat sağlanır" diye bir arayışa girmişlerdir. Demokrasi işte budur. Kurallar işte bunun için mutabakat zemini sağlansın diye vardır. ABD örneğinin bize anlattığı tam da budur. Anlayana sivri sinek saz, anlamayana davul zurna az.

    Bu yazı 27.02.2010 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır