Arşiv

  • Mayıs 2024 (1)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    Yoksa Stiglitz başından beri zaten haklı mıydı?

    Güven Sak, Dr.06 Mart 2010 - Okunma Sayısı: 1067

    Joseph Stiglitz eskiden, Başkan Clinton döneminde Beyaz Saray'daydı. Sonra Dünya Bankası'nın Başiktisatçısı olarak çalıştı. En kızgın olduğu dönem 1997 Güneydoğu Asya Krizi dönemiydi. Hatırlayın o dönemde, uygulanacak reçete konusunda, dönemin Hazine Bakanı Rubin, Merkez Bankası Başkanı Greenspan ve de Larry Summers'la görüş ayrılığına düştü. Stiglitz, finansal piyasa çalışanlarının yaptıkları hatalar için bedel ödemeleri gerektiğini düşünüyordu. Bu çerçevede, o dönemde, zora düşen gelişmekte olan ülkelere önerilen "kemer sıkma" tedbirlerinin bir tür salaklık olduğu kanaatindeydi. Zaten daralmakta olan bir ekonomiyi daha da daraltmanın ne anlama geldiğini hep sordu. Ben o vakit karşı tarafın argümanlarının doğru olduğunu düşünen taraftaydım. Doğrusu ya, hâlâ da azıcık öyleyim. Ama insan Profesör Stiglitz'in yeni kitabında altını çizdiği bir hususu düşünmeden edemiyor. Neden merkez ülkelerdeki krizlerde parayı bol keseden harcıyoruz da iş çevre ülkelere gelince hemen aklımıza kemer sıkmak geliyor? Neden merkezde kemer sıkmak aklımıza gelmiyor da çevreye dönünce iş hemen "bana kurşunlar" havasına dönüveriyor? Yunanistan örneği ortadayken, meseleyi, bir de bu açıdan düşünmekte fayda var. Sahi nedir bu gelişmekte olan ülkelerin çilesi, nal toplayanların kaderi, dışlanmışların günahı? Bu bir nevi "ilk günah" mıdır? Hatırlayın bu başlık altında kocaman bir iktisat literatürü var? Peki bu günahtan kurtulmak hiç mi mümkün değildir? Nobel ödüllü iktisatçı Joseph Stiglitz'in yeni kitabını gördünüz mü? "Serbest Düşüş: Amerika, Serbest Piyasa ve Dünya Ekonomisinin Batışı" (Freefall). Ben bu ara okuyorum. Size de öneririm. Zihin açıyor. Zihin açıklığı ihtiyacının arttığı bir dönemde isterseniz bir de siz bakın. Kitabın bana ilk düşündürdükleri ise aşağıda. Merak edenler, devam edebilirler. 2008 krizinden sonra hatırlayın en çok iktisatçılardan nefret etmeye başlamıştık. Joseph Stiglitz, hep ortada bir problem olduğunu çizen faydalı iktisatçılardan biri oldu. Ben iktisatçıların kendi kurdukları modellere fazla inanıyor olmalarının altını kalın kalın çizen makalelerinin 1980 yılından başladığını çok iyi hatırlıyorum. En kalın altını çizdiği mesele ise "serbest piyasa efsanesi"ydi. Piyasanın bir kurumlar ve kurallar bütünü olduğunu, hep en güzel o yazdı. Şimdiki son kitabı da kaldığı yerden devam ediyor. Bu akılda kalması gereken ilk nokta. Freefall'un akılda bıraktığı temel soru ise şöyle bir sorunun cevabı gibi: Şimdi ne olacak? Ne yapacağız? Bu noktadan itibaren hiçbir şey olmamış gibi, eskiden yaptıklarımızı yapmaya devam mı edeceğiz, yoksa artık dün yaptıklarımızı yapmaktan vaz mı geçeceğiz? Dün, serbest piyasanın "Yaradan"ın biz kullarına bahşettiği bir mükemmel mekanizma ya da doğanın ayrılmaz bir parçası olduğuna inanıyorduk. Piyasa mekanizmasının kul yapısı, insan uydurması olduğunu hepten unutmuştuk. Mükemmelliğine acayip bir takılmıştık. Sonra ne yaptık? Piyasaların kendi kendisini düzenlemesi meselesini inanılmaz bir fetişe çevirdik. Bugün olsa olsa belamızı bulmuş vaziyetteyiz. Üstelik bütün bu olanları, bile isteye yaptık. Nasıl yaptık? Hatırlayın, Reagan döneminden önce Amerikan Merkez Bankası'nın başında Paul Volcker vardı. Volcker, piyasaların kural demek olduğunu hep bilirdi. Hâlâ da biliyor. Kendi döneminde Amerikan enflasyonunu yüzde 10'lardan yüzde 3'lere doğru da indirdi. Son derece başarılı bir merkez bankası başkanıydı. Ama sonra Reagan işbaşına gelince yeniden atanmadı. Neden atanmadı? Çünkü Başkan Reagan kuralların ağırlık kazanmasını değil, piyasaların kendi haline bırakılmasını istiyordu. O dönemin ideolojisi öyleydi. Dönem Thatcher dönemi İngilteresi'ydi. Finansal piyasalar kendi hallerinde büyümek istiyorlardı. Nitekim de öyle oldu. Bize doğru yayılan finansal liberalizasyon dalgasına böyle de bakmak mümkün. Ama sonuçta ne oldu? Siyasi bir kararla piyasaların Allah yapısı olduğuna dair bir inanç dalgası etrafı sardı. İşte Stiglitz o dönemde, "Dikkatli olmak lazım" diye yazıyordu. 1997 Güneydoğu Asya krizine bakarken Stiglitz, finansal piyasalarını serbestleştirmeyen Hindistan ve Çin'e dikkat çekiyordu. Nitekim Kore kemer sıktı, Malezya ortodoks olanı yapmadı, ikisi de krizden çıktı. Peki, bize geriye ne kaldı? "2008 krizinden sonra dünyaya nasıl bakmamız lazım" sorusu kaldı bize yadigâr. Siyasi bir kararla dikilen serbest piyasa putu yine olduğu yerde kalacak mı, kalmayacak mı? Buyurun size günün uzman sorusu. Bu da olsun ikinci tespit. Üçüncü tespit ise herhalde şu olmalı: 2008 krizi bir yol kazası mıdır? Yoksa bir taammüden cinayet midir? Bear Sterns'ün başındaki Alan Schwartz, geçenlerde kongrede ifade verirken ne diyordu? "Sizi temin ederim ki, bu konu üzerinde yeterince düşündüm. Geriye doğru baktığımda, 'Neyin gelmekte olduğunu bilseydim, hangi tedbirleri alarak bu belayı savuşturabilirdim' diye düşünüp durdum. Ancak bu ana kadar içinde bulunduğumuz durumu engellemek için ne yapabileceğimi bulabilmiş değilim." Böyle anlatılınca kaçınılmaz bir yol kazası gibi duruyor. Ama değil. "Piyasalar her şeyi bizden daha iyi bilir" inancının yol açtığı bir sonuç bu. Geçenlerde size, herhalde inancı daha fazla sarsılmasın diye The Economist dergisine aboneliğini iptal ettiren Eugene Fama'dan bahsetmiştim. Aynen oradaki gibi. Piyasalar etkin ise kamuyu aydınlatma düzenlemelerine ne ihtiyaç var diye başlıyorsunuz? Bankacılık düzenlemelerine uyuyormuş gibi yapmak için, CDS (credit default swaps) gibi risk saklama araçları icat ediyorsunuz. Sonra "Abi yahu bu kaza nasıl oldu da oldu?" diyorsunuz. Bu örnek bana 5-6 yıl önce Tunus'ta araba kiralama maceramı hatırlatıyor. Arabayı aldık. Baktık, arabanın yan aynaları yok. Şirket yetkilisine sorduk, hemen cevapladı: "Tunus'ta araba kullanırken, yan aynalar gerekmez." Hadi tatmin olmuş gibi yapalım dedik ama mesela arabanın kornası da çalışmıyordu. Dayanamayıp sorunca, hemen cevabı yapıştırdı: "Burada araba kullanırken korna gerekmez." Neyse illa da gezeceğiz diye arabayı aldık, fakat benzin yok. İlk benzinciye girdik, benzini pompaladıkça arabanın altına benzin kokulu bir ıslaklık yayıldı. Doğrusu ya ben bir kez daha sormaya cesaret edemedim. Arabayı geri götürüp, paramı da geri aldım. Şimdi bugün içinde bulunduğumuz durum azıcık buna benzemiyor mu? "Sermaye piyasalarında korna ve de ayna gerekmez, hatta hatta frene de ihtiyaç yok, canım bu direksiyon da esasen hiç de modern olmayan çağdışı bir enstrüman" diyerek bugüne gelmedik mi? Geldik. Sonuçta, 2009 yılında yaklaşık 80 milyon kişi işini kaybetti. Çalıştığı halde, bir işi olduğu halde, yoksulluk sınırının altında yaşayanların oranı 2007 yılında yüzde 59 iken, 2009 yılında yüzde 64 oldu. İyi mi oldu? Kötü oldu. Hiçbir şey olmamış gibi eskiye dönebilir miyiz? Zor döneriz. 1997 yılında uluslararası finansal mimari tartışmasını işler normalleşmeye başlayınca unutmuştuk. Bu kez zor unuturuz. Siz bu kitabı bulun ve okuyun.

    Bu yazı 06.03.2010 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

     

    Etiketler:
    Yazdır