Arşiv

  • Mayıs 2024 (2)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    Ekonomideki negatif ayrışma süreci iyi değildir

    Güven Sak, Dr.06 Nisan 2010 - Okunma Sayısı: 1138

    Zaman yine zamanların en iyisi ve de zamanların en kötüsüdür. Kimileri için ekonomi acayip tıkırındadır. İçinde bulunduğumuz iktisadi toparlanma sürecinin temel özelliği, sergilediği ikili yapıdır. Bir yanda iktisadi toparlanma varken öte yanda derin bir depresyon havası hüküm sürmektedir. Ortada sözde bir 'iyi' ve 'kötü' şirket ayrımı vardır. Ekonomimizdeki bu negatif ayrışma süreci iyi değildir. Kredi faizleri en düşük düzeyindedir. Bankaların elinde dağıtacak nakit kaynak vardır. Şirketlerimizin bir bölümü ise nakde açtır. Ama bunlar birbirlerini bulamamaktadırlar. Ne demiştim, sizlere bir süre önce? "Faizlerin düşüşü hayra alamet olmayabilir" demiştim. Nitekim onun 'ekonomideki ikili ayrışmaya', yani bu negatif ayrışmaya alamet olduğu artık daha iyi belirginleşmeye başladı. Önümüzdeki dönemde toparlanmanın ivmesini bu ikili yapı problemini halletme biçimimiz belirleyecektir. Bu nedenle bir sonraki adım nedir derseniz, benim cevabım açıktır: Bugünün meselesi ekonomideki ayrışmayı ortadan kaldırmaktadır. Bu ayrışma kendiliğinden ortadan kalkar mı? Bu ayrışma kendiliğinden ortadan kalkıncaya kadar şirketlerimizin dayanma gücü var mıdır? Kredi Garanti Fonu bu ayrışmanın ortadan kalkmasına hizmet edebilir mi? Bunun için ne yapmak gerekir? Gelin isterseniz sırayla bu sorulara hızlıca bir bakalım. Bakalım ki, sapla samanı ayırabilmek mümkün olsun. Merak edenleri aşağıya bekleriz efendim.
    Bu ayrışma kendiliğinden ortadan kalkar mı? Gelin bir manzaraya bakalım. Bir yanda şirketlerimiz artık iktisadi toparlanma sürecindedir, öte yanda ise şirketlerimiz hâlâ depresyon sürecinden çıkamamıştır. Bir yanda işletme sermayesi tabanı geniş ve de finansal piyasalara erişim imkânı olan şirketler vardır, öte yanda ise işletme sermayesi tabanı eridiği halde finansal piyasalara ulaşamayanlar vardır. Bir yanda şirketlerimiz net tasarrufçu konumundadır, elinde fazla nakdi vardır, beklemektedirler. Öte yanda ise ihtiyaçları için kaynak bulamayanlar vardır. Bir yanda da elinde nakit fazlası olan bankalarımız vardır. Böyle giderse bankalar için iyi olan, yalnızca Hazine'ye borç vermektir. İlk bakışta iyi gibi görünür ama toparlanma sürecinin ivmesini koruma adına iyi değildir. Ayrışmayı kendiliğinden ortadan kaldıracak olan, bankaların gözünde 'iyi' olan şirketlerin, sözde 'kötü' olan şirketleri ticari krediler vasıtasıyla fonlamaya başlamasıdır. İstanbul Menkul Kıymetler Borsası'nda hisse senedi işlem gören şirketlere bakıldığında, şimdilik görünen şudur: 'İyi' durumdaki şirketlerimiz, banka kredilerini ve nakitlerini artırırken ticari kredilerini ve de üretimlerini daraltmışlardır. Doğru yapmışlardır. Kendilerini korumuşlardır. Kendilerini ciddi istihdam kaybı ve sözümona 'kötü' şirketler pahasına korumuşlardır. Bu, akılda tutulması gereken ilk noktadır. 
    İkinci nokta ise şudur: Temmuz 2008'de krizden önce getirilen bir düzenleme ile tüm çalışanların işveren sigorta primlerinde yapılan 5 puanlık prim indiriminden işgücünün yarısı yararlanamamaktadır. Burada dikkatimizi çekmesi gereken husus şudur: Esasen kayıt içine girişi teşvik için tasarlanan bu destekten yararlanabilmek için işverenin vergi ve sigorta prim borcu olmaması gerekmektedir. Ancak işletmelerimizin önemli bir bölümünün giderek ağırlaşan bir vergi-sigorta prim borcu bulunmaktadır. Ve bunlar çoğunlukla KOBİ'lerdir. 'İyi' ile 'kötü'nün böylece ayrışması kötüdür. Ve desteklerimiz hep 'iyi'ler içindir. Bu da özellikle kötüdür. Toparlanma sürecini yalnızca uzatacaktır. Siz şimdi elinizi vicdanınıza koyun, vergi ve sigorta borcunu ödemesi gereken işletmeye nakit para verir misiniz? İşletme sermayesi sıkıntısı içindeki işletmeye ticari kredi açar mısınız? Toparlanmanın kendi başına ve de ivmesini koruyarak bu meseleye çözüm getirmesi güçtür. Olur ama telefat daha fazla olur. Aynı 2009 yılında olduğu gibi, çok olur, acıtır. Bu da akılda tutulması gereken üçüncü noktadır. 
    Peki, bu tür şirketler için Kredi Garanti Fonu (KGF) neden devreye girememektedir? Açıktır ki, işin çözüm yollarından biri de KGF'dir. KGF zaten devrededir ve çalışmaktadır. Ama bakın nasıl çalışmaktadır? KGF bünyesinde bugün iki ayrı destek havuzu vardır: Bunlardan ilki KGF'nin kendi özsermayesi ile şirketlerimize verdiği kefalettir. Yılın ilk üç ayında bu havuzdan yararlanmak için yapılan başvuru sayısı 1.120'dir. Verilen kefalet miktarı ise yaklaşık 123 milyon liradır. İkinci havuzda ise karar verici Hazine'dir, KGF yalnızca Hazine'nin talimatlarına uymaktadır ve KOBİ kredilerine Hazine kefaletine ilişkin postacılık görevini üstlenmiş durumdadır. İşte bu havuza yılın ilk üç ayında başvuru sayısı 85'tir. Verilen kefalet miktarı ise diğerinin onda biridir. Nedir problem? Bankalarımız Hazine kefaleti içeren KGF havuzuna sıkı koşullardan dolayı başvuruda bulunmayı tercih etmemektedirler. Açıktır ki 'kötü' olduğu varsayılan şirketlere toparlanma sürecinde en önemli destek mekanizması KGF'dir ama Hazine kefaleti sisteminin tasarımında ciddi bir sorun vardır. Ortada bir ciddiyet sorunu vardır. 
    Ekonomimizdeki bu negatif ayrışma problemi çözülmek zorundadır. Negatif ayrışma olup olmadığına ilişkin tartışmaya ise bir an önce başlamakta fayda vardır. Zaman geçmekte, şirketlerimizin dayanma gücü zorlanmaktadır. Gözlerimizi yummaya devam edersek vakıanın etkileri ilk seçimde zaten görülecektir.

    Bu yazı 06.04.2010 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır