Arşiv

  • Mayıs 2024 (3)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    Odalardan Başbakan'a yüzde 80 evet

    Güven Sak, Dr.20 Nisan 2010 - Okunma Sayısı: 863

    Ben geçen perşembe Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği'nin (TOBB) oda ve borsa yönetimleri ile yaptığı toplantıyı baştan sona izledim. Doğrusu ya benim toplantıdan edindiğim izlenim, gazete manşetlerinden farklıydı. Odalardan Sayın Başbakan'ın teklifine yüzde 80 evet vardı. Ama bakın nasıl bir evet vardı? Türkiye'nin en önemli meselesi işsizliktir. Peki, geldiğimiz noktada, bu alanda, ekonominin bir an önce ve hızla toparlanmasına dua etmek dışında alınabilecek somut bir tedbir, atılabilecek sürdürülebilir bir iktisadi adım yok mudur? Eğer ortada somut bir tedbir alternatifi yoksa o vakit, meseleye, artan ümitsizlik nedeniyle sosyal dayanışma açısından bakmaktan başka bir yol kalmaz. Yapılabilecek olan tek atımlık olur ama yine de bir yol bulunur. En azından seçime kadar bulunur. Ben Sayın Başbakan'ın "Her işletme bir kişilik ek istihdam sağlasın" önerisinin bu çerçevede ele alınması gerektiğini düşünüyorum. Önerinin kaynağının ise ne yapılabileceği konusundaki seçeneksizlik ve samimi bir ümitsizlik olduğu kanaatindeyim. Halbuki, Türkiye'de işsizlikle mücadele konusunda somut adımlar atabilmek mümkündür. Geçelim mümkünü, adım atmak bir zorunluluktur. Türkiye işgücü piyasasına yönelik politikalarında aktif-pasif dengesini yeniden ele almak zorundadır. Hükümetin önünde, işsizlikle mücadele konusunda, düşündüğünden çok daha geniş bir hareket alanı vardır. Geçen perşembe günü Ankara'da Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği'nin (TOBB) çağrısı ile toplanan oda ve borsa yöneticilerine yapılan elektronik anketin sonuçlarına dikkatle bakıldığında, iş dünyasının da aynı noktayı işaret ettiği görülecektir. Çıkış yolu mesleki eğitimdir ama gelin bakın nasıl mesleki eğitimdir. Merak edenleri bekleriz efendim. İsterseniz önce şu işgücü piyasası politikalarında aktif-pasif dengesi tabirinden bir başlayalım: İşgücü piyasasına yönelik kamu politikaları ikiye ayrılır. Bir yanda aktif işgücü politikaları vardır, öte yanda ise pasif işgücü politikaları bulunur. Pasif işgücü politikalarında işgücünün niteliğini değiştirmeye yönelik bir adım atılmaz. İşgücünün niteliği veri olarak kabul edilir. İstihdam edilecek olanlar üzerindeki yüklerle oynanır. Ortada işsizler varsa, onlara bir destek sağlanır. Böyle bakıldığında, işsizlik sigortası ödemelerinden işveren sigorta priminin beş puan indirilmesine kadar bu günlerde uygulanmakta olan bir dizi işgücü piyasası politikası pasif işgücü politikası kapsamındadır. Aktif işgücü politikasının temel özelliği ise beşeri sermayenin kalitesini yükseltmek ve işverenin arama maliyetini ortadan kaldırmaktır. Burada müdahale doğrudan işgücünün niteliğine yöneliktir. Bu alanda ise esasen mesleki eğitim kursları bulunmaktadır. Türkiye'de işsizlikteki son artış elbette konjonktürel bir gelişmeden kaynaklanmıştır. Küresel iktisadi krizin burada hiçbir etkisi olmadığını iddia etmek mümkün değildir. Ancak rakamlara bakıldığında işsizliğimizin yapısal boyutu kolayca göze çarpmaktadır. İşini kaybedenler, orta yaşlı ve eğitimsizdir. Gelin 2001 krizini unutalım, 2002-2009 dönemine bakalım. Bu dönemde işsizlerin sayısı yüzde 41 (1 milyon 7 bin kişi) artmıştır. Ortaokul ve altı eğitim almış 35-54 yaşları arasındaki işsiz sayısındaki artış ise yüzde 57'tir. Aşağıdaki tablodan da görüleceği üzere toplam işsizlik artışının yüzde 30'u buradandır. Diğer eğitim-yaş gruplarına göre işsizlik artışında orta yaşlı-eğitimsiz grup açık ara önde gitmektedir. İşsizlik konjonktürle yakından alakalıdır. Bu doğrudur. Ancak işlerini en kolay kaybedenler 'heybesinde satacak pamuğu olmayanlar'dır. İlk tespit şudur: Türkiye'de işsizlik fazlasıyla yapısal bir meseledir. Artan işsizlik 'heybedeki pamuk'un kalitesi ile yakından alakalıdır. Eğer mesele 'heybedeki pamuk'un kalitesi meselesi ise işsizlik sorununa, işgücünün beceri kapasitesinin dönüştürülmesi vasıtasıyla bir çözüm üretmek mümkündür. İşgücünün beceri kapasitesinin dönüştürülmesinden ne anlaşılmalıdır? Dönelim yine benim çocukluğuma, en iyi örneği oradan bulmak mümkündür: Hatırlayın, eskiden hallaçlar vardı. Sonra yatak teknolojisi değişti. Hallaçlara yapacak iş kalmadı. Heybelerinde satacak pamuk kalmadı. Şimdi o işsiz kalan hallaçlara bilgisayar operatörü olmayı öğretmek işgücünün beceri kapasitesini değiştirmektir. O vakit sorun, aktif işgücü politikalarının tasarımı ile yakından alakalıdır. Bu da günün ikinci tespitidir. Peki, Türkiye'de aktif-pasif dengesi problemi nedir? 2009 yılı itibariyle toplam 5.829.761 kişi pasif işgücü politikaları ile desteklenmektedir. Buna karşılık aktif işgücü politikalarından istifade edenlerin sayısı ise 213.852'dir. Gayet basit bir nedenle: Pasif işgücü politikası tasarımı fevkalade kolaydır. Masa başında karar alırsınız, bedelini ödersiniz. Destek esasen şirkete gider. Sahi, yaklaşık 6 milyon işçinin pasif politikalar vasıtasıyla destekleniyor olması ne anlama gelir? Yoksa bunlar olmasa işsizlik daha ne kadar artardı acaba? Bakın bu da üçüncü tespitti. Aktif işgücü politikasında ortada karmaşık bir tasarım süreci vardır. İhtiyaçlar belirlenecektir. Talep ortaya çıkarılacaktır. Sonra kurslar tasarlanacaktır. Uygun beceri setine sahip elemanlar yetiştirilecektir. Sonra bunlar şirketlerle eşleştirilecektir. Bunu yapmak zordur. Ama mümkündür. İşsizlikle mücadelenin yolu öyle emirde filan değil, buradadır. İşte demokratik oda hareketinin, perşembe günkü toplantıda ortaya koyduğu tam da budur? Sorulmuştur, "Yeni alacağınız işçilere sizin istekleriniz doğrultusunda mesleki eğitim verilirse, ilave istihdam sağlamayı düşünür müsünüz" diye. Cevap yüzde 80 evettir. Bunu medyamızda bir tek Yeni Şafak'tan Sayın İbrahim Kahveci görmüştür. Türkiye'nin birinci meselesi işsizliktir. Çözümü ise mümkündür. Yalnızca ilgileneni yoktur. Kırk milyonluk Güney Kore'nin istihdamı neden yetmiş milyonluk Türkiye kadardır? İşsizliği, küresel krize rağmen neden bu kadar düşüktür?

    Bu yazı 20.04.2010 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır