Arşiv

  • Nisan 2024 (14)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)
  • Mayıs 2023 (9)

    Politika belirsizliği toparlanma süreci için kötüdür

    Güven Sak, Dr.13 Temmuz 2010 - Okunma Sayısı: 958

    Politika belirsizliği (policy uncertainty) olması için ille de siyasi belirsizlik (political uncertainty) olması gerekmez. Siyasi belirsizlik kimin hükümet edeceğinin tam olarak belli olmaması demektir. Politika belirsizliği ise kimin hükümet edeceği belli olsa bile, hükümetin nasıl bir politika izleyeceğinin bir türlü belli olmaması demektir. Ya da hükümet politikasının sürekli bir öngörülemez değişim içinde olmasıdır. (Bu bir yerden tanıdık geliyor mu?) Ben içinde bulunduğumuz ortamda, etraftaki yoğun politika belirsizliği atmosferinin iktisadi toparlanma sürecini giderek zorlaştırmakta olduğunu düşünmeye başladım. Geçenlerde General Electric firmasının yöneticisi Jeffrey Immelt'in Amerikan hükümetinden şikâyetlerini de dinleyince, bari neler düşündüğümü bir kenara not edeyim dedim. "Hiç öyle şey olur mu? Seçilmiş hükümetin politika belirsizliği mi olurmuş?" demeyin. Gelin bakın bir dinleyin. Merak edenleri aşağıya bekleriz efendim. Şimdi şöyle bir etrafınıza bakın, lütfen. Avrupa hükümetleri ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) hükümeti arasında "Şimdi zaman, kemer sıkma zamanı mıdır; yoksa yeni bir ekonomiye destek paketine mi ihtiyaç vardır?" diye bir tartışma devam ediyor. Tek ülkede kemer sıkma ile sistemin merkezinde kemer sıkmanın manası üzerinde duruluyor. Hangi zamanda bu konu ön plana çıkmış oluyor? Örneğin ABD şirket kesimi yaklaşık 1.8 trilyon dolarlık bir kaynağın üzerinde oturur ve de hiçbir şey yapmayı düşünmezken bu tartışma devam ediyor. Şirketler kesimi halen kuvvetli bir yatırım hamlesi içinde görülmüyor. Herkes bekliyor. Neyi bekliyor? Bu suni teneffüs döneminin sona ermesini, yeni-normalin bir biçimde tarif edilmiş olmasını bekliyor. Herkes şimdi yeni dönemin kamu politikalarının belirginleşmesini bekliyor. Aynı durum tüketiciler için de geçerli. Doğrusu ya, onlar da bekliyorlar aynı biçimde, yeni-normalin bir biçimde tanımlanmasını. Biz, iktisatçılar "Acaba bu ortamda ne yapmak doğrudur?" diye tartışırken, hükümetler münazaraya katılırken, şirket yöneticilerinin ne yaptıklarını düşünüyorsunuz? Onlar tartışmanın bir sonuca bağlanmasını bekliyorlar. Elinde nakit olan ya da nakde kolaylıkla ulaşabilecek durumda olanlar, ileriye yönelik bağlayıcı kararlardan kaçınıp beklerken, nakde ulaşması zor daha küçük şirketler ise kara kara düşünüyor elbette. Siftahsız kepenk kapatılıyor. Çalışanların ne zaman işten çıkarılacağı konuşuluyor. Şimdilik buradan değil, oradan bahsettiğimizi bir daha ifade edelim. Aynı durum 2008 krizi sonrasında gündeme getirilen yeni kamu düzenlemesi önerileri için de söz konusu. Şimdilerde Başkan Obama bir finans yasası çıkarmaya çalışıyor. Yasa, her krizden sonra, her ülkede olduğu gibi, bir tepki yasası elbette. Geçen hafta Simon Johnson, Bloomberg'de, yasadaki 'Kanjorski sürprizi'ni yazıyordu. Kanjorski, ABD Temsilciler Meclisi Sermaye Piyasaları Komisyonu'nun başkanı. O da yeni finans yasası taslağına bir katkıda bulunmuş. Getirdiği maddeye göre idare, sistemik risk taşıdığına inandığı finans kurumlarına, resen, doğrudan müdahale edip, bunları küçültebilecek ve de sınırları özenle çizilmemiş bir biçimde sistemin işleyişine müdahale edebilecekmiş. Şimdi bu nedir? Bu durumda siz bir banka yöneticisi olsanız ne yaparsınız? Beklersiniz. Sistemin oturmasını beklersiniz. Bankanızla ilgili bir strateji saptamadan önce, oturup selin bir geçmesini beklersiniz. Kalan kumu, ortadaki hasarı bir tam göreyim dersiniz. Ama zinhar, öyle yatırım falan düşünmezsiniz, gelecekle ilgili geri dönülmez bir karar almamaya özen gösterirsiniz. Aynı durum, banka dışı finans kurumları için de geçerli değil mi? Her yatırım kararı içinde geri dönülemezliği bir miktar içerir. Belli bir yatırım yaptığınızda, başka bir alana hiç hasarsız geçemezsiniz. Tahkimatın nerede yapıldığı hep önemlidir. O vakit, ne beklersiniz? Yarının azıcık daha biçimlenmesini; yatırımınızı finanse etmek için başvuracağınız bankacının karar alma sürecinin şekillenmesini; idarenin hangi sektörlere nasıl baktığının belirginleşmesini; getirilen desteklerin hangi bölümünün kalıcı olacağını herhalde beklersiniz. Bugünlerde politika belirsizliği deyince benim aklıma gelen budur. Peki, Türkiye'de vaziyet nedir? Biraz daha basittir. Ama bana kalırsa aynıdır. Birincisi, Türkiye bugün, iktisat politikası açısından bakıldığında, bir nevi otomatik pilottadır. Otomatik pilotta ne kadar kalacağı, pilotun o andaki keyfine bağlıdır ama şimdilik böyledir. Dışarısı toparlandığında, yatırımcı ve tüketici güveninin iyileşmesi ve devreye girmesi büyük bir imanla beklenmektedir. O andan itibaren küresel dinamiklerin dün olduğu gibi Türkiye'yi şekillendireceğine inanılmaktadır. O güne kadar, iş dünyasına yönelik birkaç dünden kalmış destekle yola devam edilebileceği düşünülmektedir. Bu, iyimser bir yaklaşımdır: Doğrudan ve dolaylı olarak bakıldığında, ortada somut bir aktif politika çerçevesi yoktur. Dolayısıyla ortada ithal bir politika belirsizliği meselesi vardır. Bu ilk noktadır. İkinci nokta ise şudur: 2007 yılından beri, hükümetimizin başlayıp da sonunu getirebildiği bir politika hatırlıyor musunuz? Düşününce, benim aklıma gelen yalnızca sigara yasağıdır. Gerek iktisadi, gerekse de siyasi ve sosyal tedbir önerilerini bir arka arkaya diziniz. Hükümetimiz bunların kaç tanesinde, hâlâ başlangıçta savunduğu fikirleri savunmaktadır, bir bakın bakalım. İşte politika belirsizliği herhalde bu olmalıdır. İçinde bulunduğumuz süreçten çıkmanın yolu, herkesin önünü daha iyi görmesine bağlı olacaktır. Eğer kimse önünü göremiyorsa, o vakit, kamunun, güçlü bir politika çerçevesi ile herkese yol göstermeye devam etmesinde fayda vardır. Ancak kamunun burada görevi bir an önce yeni-normali tanımlayıp kendi alanına çekilmek olmalıdır. Bu nedir? Hükümetin ve hepimizin artık ülkenin yeni büyüme stratejisinin dinamikleri ve de rekabet gücünü artırıcı önlemler üzerine düşünmeye başlamamızda fayda vardır. Türkiye-Meksika ile Brezilya-Kore'yi birbirinden ayıran galiba tam da budur. Onların ufku vardır ama bizim yoktur. Yeni-normal, hikâyesi olana daha yararlı olacaktır. Ortadaki kur tartışmasına da bu gözle bakmakta fayda vardır. Türkiye'nin derdi nedir? Kur rejimi midir? Uzayan tartışmalar güven artırıcı değildir.

    Bu yazı 13.07.2010 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır