Arşiv

  • Mayıs 2024 (1)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    Orta vadede biz daha çok etkileneceğiz

    Fatih Özatay, Dr.03 Mayıs 2009 - Okunma Sayısı: 1046

     

    Küresel kriz üzerine son günlerde internette yer alan yazılara şöyle kısaca bir göz atılınca iki unsur dikkat çekiyor. Birincisi, reel sektörde toparlanmaya yönelik ilk işaretlerin gelmekte olabileceğini vurgulayan görüşler. Dikkat ederseniz oldukça muğlâk bir ifade kullandım, Türkçeyi biraz da zorlayarak; 'gelmekte olabileceğini', ama ne yapayım ki yorumlar da bu ifade gibi.

    İkinci olarak da bu işaretlerin aldatıcı olabileceğini, çünkü temel sorunun henüz ortadan kalkmadığını belirtenler var. Özellikle bazı tanınmış iktisatçılar tarafından dile getiriliyor bu karamsarlık. Karamsarlar, büyük bir darbe yiyen mali sistemin sermaye yapısının güçlendirilmesinin mutlaka gerektiğinin, ama özellikle ABD'deki siyasi sistemin buna karşı çıktığının altını çiziyorlar.

    Bu saptamadan çıkan doğal sonuç ise şu: Sermaye yapısı yetersiz bir mali sistemin yeniden kredi açabilir hale gelmesi zor. Dolayısıyla, reel sektörün toparlanması başka bir bahara kalıyor.

    Geçmiş krizleri inceleyen çalışmaların son zamanlarda dikkat çektikleri temel bir nokta var: Finansal sektörün çöktüğü krizler, diğer ekonomik krizlere göre daha şiddetli ve daha uzun süre yaşanıyorlar. Mesela Reinhart ve Rogoff'un Aralık 2008'de yayınlanan "Finansal krizlerin sonrası (the aftermath of financial crisis; ilk yazarın web sayfasından indirilebilir)" adlı kısa çalışmalarından şu alıntıları yapmak mümkün:

    Krizin başlangıcından dip noktasına milli gelir ortalamada yüzde 9 azalıyor, işsizlik 7 puan artıyor. Üretimdeki bu tepetaklak gidiş yaklaşık iki yıl, işsizlikteki artış eğilimi ise dört yıl sürüyor. Evet, bir yanlışlık yok, dört yıl. Bu ortalama rakamlara konu olan krizler şunlar: İspanya 1977, Norveç 1987, Finlandiya 1991, İsveç 1991, Japonya 1992, Uzakdoğu Asya 1997-1998, Kolombiya 1998 ve Arjantin 2001. İki de geçmiş kriz var: Büyük bunalım-1929 ve Norveç'in on dokuzuncu yüzyıl sonundaki krizi.

    Dikkat edilirse büyük bunalım dışında kalan krizler daha çok bölgesel krizler. Oysa şu anda yaşamakta olduğumuz kriz küresel. Dolayısıyla geçmiş krizlerden elde edilen ortalamaların bugün için 'iyimser' kalma ihtimali var. Bir diğer ilginç nokta da şu: Finansal krizlerin patlak vermesinden sonra geçen üç yıllık süre içinde devletlerin borcu ortalamada yüzde 80 artmış. Bu rakam reel artışı ifade ediyor ve artışın arkasındaki tek neden 'bankaları kurtarma operasyonları' değil. Hatta ana neden de bu değil; şu: Gelirdeki büyük düşüşe paralel olarak vergi gelirleri de düşüyor, bütçe açıkları artıyor.

    Bu olgu, özellikle yükselen piyasa ekonomileri açısından önemli. İç talebi artırıcı politikaların uygulanması son derece güçleşiyor. Zira bu politikalar bütçe açığını daha da artırma ve borç stokunu sıçratma potansiyeli taşıyorlar. Bu durumda, bu tür politikaların ekonomik birimlerin algıladıkları riskleri artırması mümkün. Bu da arzulanan sonucun tam tersini doğurabilir: Yani, iç talep artacağına azalabilir.

    2001'de bizim yaşadığımız krizin de bankacılık sektörü ağırlıklı bir kriz olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Ele aldığımız konu açısından ilginç olan şu: 2000 sonunda bankaların açtıkları toplam kredi miktarının milli gelire oranı ne ise, 2003-2005 ortalaması da o oldu. 2004 sonundaki düzey, 2000 sonundakinden daha düşük. Özel sektöre açılan krediler açısından da aynı durum geçerli. Kısacası şu: Finansal sektörün ayağa kalkması bayağı bir zaman alıyor. Unutmayalım biz yeniden sermaye koyduk bankalarımıza; buna rağmen kredi piyasasının eskisi gibi çalışması için dört yıllık bir süre gerekti.

    Bir süredir küresel sermaye miktarı ve dış talep üzerine yazdıklarımla bu yazı birlikte ele alındığında 2010 ve sonrası yine aynı noktaya geliyoruz. Çok farklı bir dünyada olacağız; hep birlikte büyüme hızımızı nasıl artıracağımız konusunda kafa yormamız gerekiyor. Zira küresel krizin uzun soluklu olumsuz etkilerini Türkiye gibi iç tasarruf oranı düşük yükselen piyasa ekonomileri daha çok hissedecekler.

    Bu yazı 03.05.2009 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır