Arşiv

  • Mayıs 2024 (3)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    Bizim şanssızlığımız, para politikasının şansı

    Fatih Özatay, Dr.25 Haziran 2009 - Okunma Sayısı: 1088

     

    Finansal kriz açısından bakıldığında en kötünün büyük olasılıkla geride kaldığı anlaşılıyor. Ancak istihdam ve büyüme açısından bakıldığında ise toparlanmanın oldukça uzun süreceği belirginleşiyor. Özellikle yurtiçi tasarruf miktarının yetersiz olduğu, bu nedenle yatırımların ve dolayısıyla büyüme hızının arzulanan oranda artırılamadığı bazı yükselen piyasa ekonomilerinde bu sorunun daha da ağırlaşması beklenir.

    Zira yurtiçi tasarrufların yetersizliğini telafi etmek için 'başkalarının' tasarruflarının kullanılması gerekiyor. Başkalarının tasarrufu da 'uluslararası sermaye akımı' anlamına geliyor. Uluslararası Finans Enstitüsü (IIF), geçenlerde sermaye akımlarına ilişkin yeni tahminlerini açıkladı. Yükselen piyasa ekonomilerine gelen sermaye miktarı 888 milyar dolar ile 2007'de rekor kırmıştı. Bu tutar 2008'de 392 milyar dolara düştü. Ocak ayında 2009 için tahmin edilen tutar daha önce 165 milyar dolar kadardı; şimdi daha da düşürüldü ve 141 milyar dolara çekildi. 2010'da bu tutarın ancak 373 milyar dolara yükseleceği hesaplanıyor; 2007 düzeyinin yarısından bile az. Kısacası, bizim gibi ülkelere yönelik küresel sermaye akımları oldukça düşük bir düzeyde kalacak ve büyüme hızımızı olumsuz yönde etkileyecek.

    Özellikle finansal krizlerin şiddetli biçimde yaşandığı dönemlerde, sermaye akımlarının neredeyse kurumasının para politikasına da etkisi var. Finansal kriz küresel değilse, sadece finansal krizin yaşandığı ülke bu türden bir uluslararası sermaye kıtlığı çekiyor. Bazen o ülkenin sorunları başka ülkelere de bulaşabiliyor; hastalığın bulaştığı ülkeler de benzer sıkıntılar çekebiliyorlar. Ama yine de hastalık tüm yükselen piyasa ekonomilerinde görülmüyor. Ya da 1994 ve 2001 krizlerimizde olduğu gibi, bizdeki hastalık başkalarına hiç bulaşmıyor.

    Bu farklılık (küresellik-yerellik) para politikası açısından çok önemli. Kriz küresel değilse, kürede gelir düşmüyor. Bunun iki etkisi var. Birincisi, uluslararası emtia fiyatlarının (başka koşullar aynı kaldığı sürece) düşmesi için bir ortam oluşmuyor. İkincisi, dış talep azalmıyor; yurtdışına mal satabiliyorsunuz.

    Enflasyon açısından bakınca, finansal krizin yerel olması durumunda şu ortaya çıkıyor: O ülkeye yönelik uluslararası fon akımlarının kesilmesi o ülkede kurları sıçratıyor. Enflasyona yukarıya doğru bir baskı yapıyor. Bu baskıyı telafi edecek olumlu bir gelişme de olmuyor. Zira enerji fiyatlarında, kriz küresel olmadığı için bir düşüş olmuyor. Keza ithal edilen diğer malların fiyatlarında da... Evet, iç talep düşüyor; firmaların kâr oranları azalıyor, işçilerin pazarlık gücü düşüyor. Bunlar enflasyonu düşürücü yönde etki yapıyor. Ama bir süre sonra dış talep, iç talepteki düşüşün bir kısmını telafi ediyor; firmaların kâr oranları tekrar yükseliyor.

    Finansal kriz yerelse, sonuçta enflasyonu artırıcı unsurlar daha ağır basıyor. O ülkenin merkez bankası da enflasyon görünümünün iyi olmaması nedeniyle faizleri indiremiyor; ya da yaptığı indirimler yetersiz oluyor. Oysa o ülkede işsizlik yükseliyor. Bu yükseliş, iç talebin bir ölçüde dış taleple ikame edilmesine rağmen devam edebiliyor. O merkez bankası ağır baskılar altında kalabiliyor.

    Kriz küreselse, ne ortada iç talep düşmesini telafi edecek dış talep kalıyor, ne de emtia fiyatları oldukları yerde seyrediyor. Hem iç hem de dış talep baş aşağıya gidiyor; kar marjları düşüyor. Emtia fiyatları da keskin biçimde azalıyor. Çalışanların pazarlık gücü düşüyor. Tüm bu faktörler, kurdaki artışın enflasyonu artırıcı etkisini fazlasıyla telafi ediyor. Merkez bankaları da rahatlıkla faiz indirebiliyorlar. Para politikası açısından 'şans' olan bu ortam, ne yazık ki 'mutluluk' getirmiyor: Aynı ortam, işsizliğin uzunca bir süre yüksek kalmasına yol açıyor.

    Bu yazı 25.06.2009 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır