Arşiv

  • Nisan 2024 (14)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)
  • Mayıs 2023 (9)

    Tasarruf oranı üzerine

    Fatih Özatay, Dr.26 Temmuz 2009 - Okunma Sayısı: 1227

    Son zamanlarda giderek sık tartışılmaya başlandı yurtiçi tasarruf oranımızın düşüklüğü ve bu düşüklüğün yarattığı problemler. Bir ara bu köşede ben de birkaç yazı yazdım bu konu hakkında. Düşük tasarruf oranının bu kadar tartışılıyor olmasının birkaç nedeni var.
    Birincisi, yurtiçi tasarruf oranlarını kalıcı olarak yükselten ülkelerin, hiç de azımsanmayacak bir süre eskisine kıyasla daha yüksek bir kişi başına büyüme hızı yakalamaları mümkün. Bunun doğal bir sonucu olarak, bu hızlı büyüme döneminin sonunda kişi başına gelir düzeyleri, başlangıçtaki düzeyin üzerine çıkıyor; bu da kalıcı oluyor.

    İkincisi, çok bilinen bir eşitlikten kaynaklanıyor. Şu: Cari işlemler açığı iki farkın toplamı şeklinde yazılabiliyor. Birincisi özel kesimin yatırımları ile tasarrufları arasındaki fark. İkincisi de kamu harcamaları ile gelirleri arasındaki fark. Cari işlemler açığına böyle bakınca, özel kesimin tasarrufları ile kamunun tasarruflarının (gelirlerinin) toplamının önemi de kendiliğinden ortaya çıkıyor.

    Özel yatırım ve kamu harcamaları, bu tasarruf toplamından ne kadar yüksekse cari işlemler açığı da o kadar yüksek oluyor. Ama buradan çıkan doğal sonuç şu: Bu yüksek cari açığı finanse edecek dış kaynak bulamıyorsanız, o kadar cari açık veremiyorsunuz. Yani, yatırımlarınız ve kamu harcamalarınız arzuladığınız düzeyde olmuyor. Farklı bir ifadeyle, büyüme hızınız sınırlanıyor.

    Bu durumda dönüp ileride dış koşullar nasıl gelişir diye düşünüyorsunuz. Küresel finansal kriz, çok muhtemelen bundan sonrasında küresel finansal piyasalarda oyunun şeklini tümden değiştirecek. İki nedenle: Birincisi, finansal sistem çöktü, daha yeni yeni toparlanmaya başlıyor. Sağlayabileceği kaynak miktarı kısıtlı. İkincisi, finansal sistemin çok az düzenlenen ve denetlenen kesiminin bu krizin baş sorumlusu olduğu biliniyor. Gölge finansal sektör denilen bu sektördeki oyunun kuralları bundan sonra tümden değişecek. Düzenleme ve denetim buraya mutlaka gelecek. ABD'de işbaşında demokratlar değil de piyasaya her türlü müdahaleye karşı çıkan Bush yönetimi bile olsaydı bu konu gündeme gelecekti. Demokrat yönetimin bu büyük sorunun üzerine gideceği ise gün gibi aşikâr; bu kararlılığı yetkililerin her konuşmasında görmek mümkün.
    Bunları alt alta toplarsanız çıkan şu: Bizim gibi ülkelerin 1990'lı yıllardan itibaren alıştıkları 'dış finansman biçimi'nden sağlanacak kaynakların eskisi kadar olmama ihtimali çok yüksek. Bu 'biçim'den kastettiğim özel kesimden özel kesime finansman.

    Şimdi, böyle potansiyel bir tehlike hissediyorsanız, doğal olarak geldiğiniz nokta şu: Dış kaynağın oldukça bol olduğu eski günlerde bile yetersiz yurtiçi tasarruflarımız büyüme hızımıza bir sınırlama getiriyordu. Hızla büyüdüğümüz dönemlerde de cari işlemler açığımız çok yükseliyordu. 'Yeni finansal sistemde' dış kaynak daha az olacaksa, yüksek bir büyüme hızını nasıl elde edeceğiz?

    Bunun birbirini dışlamayan en az üç yolu var. Birincisi, yeni finansal sistemin bizim gibi ülkelere kaynak aktarma biçiminin tasarımında Türkiye olarak katkıda bulunmak. Referans'taki köşesinde Güven Sak bu konuyu ele almaya başladı. İkincisi, yurtiçi tasarruf oranını nasıl artırabiliriz diye düşünmek. Hasan Ersel bu konuyu bir dizi yazıyla Referans'ta tartışmaya açtı. Üçüncüsü, doğrudan rekabet gücümüzü ve kişi başına gelir düzeyimizi artıracak reformlar üzerinde yoğunlaşmak. Tekrarlayayım; hiçbiri bir diğerini dışlamıyor. Hepsini birden gerçekleştirmek kuramsal olarak mümkün. Yarın açmaya çalışacağım.

    Bu yazı 26.07.2009 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır