Arşiv

  • Nisan 2024 (14)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)
  • Mayıs 2023 (9)

    Zaman kaybı

    Fatih Özatay, Dr.30 Temmuz 2009 - Okunma Sayısı: 854

    Son iki yazımda, içinde bulunduğumuz keskin daralma dönemi geçtikten sonra sürdürülebilir büyüme hızımızı nasıl yükseltebiliriz sorusunun yanıtını aramaya başlamıştım. Ana hatlarıyla elbette. Dikkat ederseniz soru şu anda içinde bulunduğumuz daralmadan nasıl kurtulabiliriz ile ilgili değil. Soru sürdürülebilir büyüme hızı ile ilgili; dolayısıyla kısa vadeye odaklanmıyor.

    Elbette orta vade için düşünülen çözümün kısa vadeli büyüme hızına da yararı olabilir. Mesela, öyle bir inandırıcı reform programı uygulamaya başlarsınız ki şimdiden ekonominin geleceği herkesin gözünde parlaklaşır. Tüketici ve yatırımcı güveni artar. Talep de artmaya başlar. Üstelik önümüzdeki dönemde eskisine kıyasla daha kıt olacak yabancı sermayeden bizim gibi ülkelere kıyasla daha fazla pay alabilirsiniz.

    Son iki yazı zaten bu son cümlede geçen 'kıtlık' olasılığı nedeniyle kaleme alınmıştı. İleride dışarıdan yeteri kadar kaynak bulamamız halinde, sürdürülebilir büyüme hızımızın önlem almazsak istediğimiz düzeylere ulaşamaması tehlikesi vardı. Konuya uzak olan okuyucular için bu tehlike en basit şekliyle şöyle belirtilebilir:

    Üretim artarken, kullandığınız ithal girdi miktarı da artıyor. Ayrıca ileride daha fazla üretim yapmak için yatırımlarınızı artırdığınızda yerli makine teçhizatın yanında ithal makine teçhizat da alıyorsunuz. Dolayısıyla, dövize ihtiyaç var. Yeteri kadar döviz kazanmıyorsanız, ihtiyacınız olan dövizin bir kısmını dışarıdan borç olarak almanız gerekiyor ki bu üretimi ve yatırımı yapabilesiniz.

    Dış 'kaynak' dediğim dış borç aslında. Bu kaynağı bulamıyorsanız, ya da döviz gelirlerinizi yeteri kadar yükseltemiyorsanız, bu sefer üretiminizi ve yatırımınızı artıramıyorsunuz. Bu nedenle büyüme hızınız sınırlanmış oluyor. Bu işin döviz gelirleriyle ilgili kısmı.

    Bir de iç tasarruflarla ilgili kısmı var. Diyelim ki üretim ve yatırım artışı çok fazla ithal girdi gerektirmeyecek şekilde sağlanabiliyor. Dolayısıyla döviz sorununuz yok. Ama planladığınız üretim düzeyine ve yatırım düzeyine ulaşmak için yatırım kredisine ve işletme sermayesine ihtiyaç var. Bunları sağlamak için bankalara başvuracaksınız.

    Onlarda yeteri kadar kaynak (mevduat) yoksa bu talebiniz karşılanamayacak. Bu durumda ister istemez yüzünüzü yurtdışına çevireceksiniz, 'başkalarının' tasarruflarından medet umacaksınız (onlardan borç alacaksınız). Dolayısıyla, ülke olarak yurtiçi
    tasarruf miktarınızı artıramıyorsanız, özellikle olumsuz dış koşular altında yatırımlarınız ve üretiminiz sınırlanmış oluyor.

    Bu açıklamalar çerçevesinde sorunun çözümünün ana hatları da kendiliğinden ortaya çıkıyor: Birinci alternatif, yurtiçi tasarruf oranımızı artırmak. İkincisi, yeni finansal sistemin bizim gibi ülkelere kaynak aktarma biçiminin tasarımında Türkiye olarak katkıda bulunmak. Bunlar üzerinde pazar ve pazartesi günleri durmuştum. İlkinde sadece kamu tasarruflarını artırmak açısından umut vardı. Özel tasarrufları artırmak ise öyle kolay görünmüyordu. İkincisi ise özellikle belli bir süreliğine IMF ve Dünya Bankası gibi kurumların daha fazla parasal olanaklarla donatılıp, eskisine kıyasla daha farklı biçimde çalışmalarının ve bizim gibi ülkelere daha fazla kaynak aktarmalarının sağlanması ile ilgili.

    Üçüncü alternatif ise doğrudan rekabet gücümüzü ve kişi başına gelir düzeyimizi artıracak reformlar üzerinde yoğunlaşmaktı. Rekabet gücümüzü artırmanın ele aldığımız sorun açısından amacı döviz gereksinimini azaltmak; daha fazla döviz kazanmak. Kişi başına gelir düzeyini artırıcı reformlar ise daha çok işgücünün niteliğini, verimlilik ve teknoloji düzeyini artırmakla ilgili. Nasıl bir sanayi politikası izleyeceğimiz ise hem rekabet gücünü hem de kişi başına gelir düzeyini artırmakla ilgili.

    Önümüzdeki dönemin temel tartışma alanlarının bunlar olması gerekiyor. Farkındayım; çok geniş başlıklar bunlar. Ama daraltılabilirler. Daha az sayıda başlığa indirmek için öncelikleri saptamak gerekiyor. Dönüp dolaşıp yine mikro reform bahsine geldik. 2006, 2007'de de mikro reform tartışıyorduk. Bir şey yapmadık. Sonra da kriz girdi araya. Ne kadar zaman kaybediyoruz değil mi?

    Bu yazı 30.07.2009 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır