Arşiv

  • Mayıs 2024 (2)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    Yeni söylem zamanı

    Fatih Özatay, Dr.03 Eylül 2009 - Okunma Sayısı: 1096

    Türkiye'nin önümüzdeki iki-üç yıl hiç olmazsa yüzde 4.5 - 5 dolaylarında olan tarihsel ortalama büyüme hızına yakın bir hızda nasıl büyüyeceğini henüz anlamış değilim. Sanıyorum bunda benim pek bir günahım yok. Hâlâ inandırıcı bir ekonomi politikası yok çünkü. Olsa, çaba sarf edeceğim; anlamaya çalışacağım.
    2001 krizinden sonra uygulamaya sokulan Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı tutarlı bir çerçeve sunuyordu: Çökmek üzere olan bankacılık sektörünün sağlığına kavuşturulması. Sürdürülemez olduğu her gün dile getirilen maliye politikasının disipline edilmesi ve kamu borcunun düşürülmesi. Şok emici olarak dalgalı kur rejiminin uygulanması ve parasal disiplinin sağlanması. Türkiye'nin bir daha böyle durumlara düşmemesi için ekonomik kurumsal yapının değiştirip sağlamlaştırılması.
    Bu çerçeve, Türkiye ekonomisini uçurumun kenarından alacak bir çerçeveydi. Büyüme açısından da umut vericiydi. Çünkü içinde bulunulan resesyonun temel nedenleri, yurtiçi talebin keskin biçimde düşmesi ve dış finansman kaynaklarının kurumasıydı. Bunların arkasındaki temel neden ise küresel değil yereldi:
    Kriz sırasındaki banka ve şirket iflasları işsizliği epey artırmıştı. Finansal kesimin duvara çarpması aynı zamanda kredi hacmini keskin biçimde düşürmüştü. Öte yandan, kem kriz ortamının yarattığı hem de kriz sonrası sıçrayan kamu borcunun sürdürülemez olduğuna dair inanç ve dolayısıyla yeni bir krizin kapıda olduğu endişesi yarınlara ilişkin koyu bir belirsizlik yaratıyor kimse ekonomiye güven duymuyordu.
    Bu durumda yukarıda özetlenen ekonomi politikası çerçevesinin hem güveni sağlayarak hem de bankacılık sektörünü iyileştirerek iç talebi tekrar ayağa kaldırması beklenirdi. Aynı zamanda dış kaynak girişinin de başlaması makul bir beklentiydi. Ek olarak dış talepte bir azalma da yoktu.
    Neden eskiye dönüyorum? Bunları neden tekrarlıyorum? Şundan: Eski ekonomi politikası söylemi ya da eski hikâye artık geçerli değil. Bankacılık sektörünün sağlamlığını ve para politikasının artık herkesçe bilinen ve inandırıcı bir uygulama planı olmasını belirterek,  mali disipline sürekli vurgu yapmak yeterli değil. Bu çerçevede tek başına orta vadeli mali kural da çözüm değil. Keza faiz indirimleri de. Bu unsurlar gerekli; ama tatmin edici bir sürdürülebilir büyüme hızını sağlamak için artık hiç yeterli değiller.
    Bir yıl önce bu sütunlarda bir dizi yazı yazmış ve kısa vadede Türkiye'nin üretim ve istihdamda beklenen hızlı düşüşü bir parça olsun azaltması için neler yapabileceklerini tartışmaya açmıştım. TEPAV, bir süre sonra benzer bir öneri paketini, bu sefer bütçeye getireceği yükleri ve ekonomi açısından yaratacağı faydaları hesaplayarak kamuoyunun dikkatine sundu. O zamandan beri dünya değişti ama. O dönemde geçerli olan bazı olağandışı önlemleri şu ortamda almak pek mümkün görünmüyor. Finansal piyasalarda yangın varken ve herkes uçuk-kaçık önlemler alıyorken sempatik gelebilecek o önlemler, şu anda pek de sevimli karşılanmazlar. O öneri paketinin özü geçerli olmakla birlikte, artık başka bir söyleme ihtiyaç var.
    Yeni bir çerçeve oluştururken dikkate alınması gereken temel iki unsur şunlar: Birincisi, gelişmiş ülkelerdeki resesyonun sonuna gelindiğine dair bir olumlu görüş var (ya da dilek mi demeli?); ama buna çok güvenmemek gerekiyor. Resesyonda dip görünmüş bile olsa, toparlanmanın sancılı olacağı ve oldukça uzun bir zamana yayılacağına dair bir görüş birliği var neredeyse. Üstelik mali uyarıcı paketlerinin devreden çıkması ve stokların yeniden eski düzeylerine yakın bir düzeye gelmesiyle birlikte, 2009'un ikinci yarısında görülebilecek zayıf üretim artışının bile korunamaması olasılığı da ihmal edilebilir düzeyde değil. Dolayısıyla, ihraç mallarımıza olan dış talebin artacağına ve o yolla resesyondan çıkacağımıza çok bel bağlamamak gerekiyor.
    İkincisi, gelişmiş ülkeler gibi gerektiğinde korkmadan mali uyarıcı verecek bir ekonomik yapıya ihtiyacımız var. Bu, bugünden yarına olacak bir şey değil, ama bu konuda çalıştığımızı ve adım atmaya başladığımızı gösterebilirsek hâlâ dış talepteki azalmayı bir miktar telafi etme şansımız olabilir. Devam edeceğim.

    Bu yazı 03.09.2009 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır