Arşiv

  • Nisan 2024 (14)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)
  • Mayıs 2023 (9)

    Bir de ekonomik açılım

    Fatih Özatay, Dr.07 Eylül 2009 - Okunma Sayısı: 887

    Geçen hafta içinde bir toplantıda bir işadamı "Bize bir de ekonomik açılım gerekli." dedi. Ekonomik açıdan içinde bulunduğumuz durumun hoş bir özetiydi bu söz. Ortada önemli bir sorun var. Üzerine gitmezsek sorun daha da büyüyecek ve Türkiye'nin yarınları için ayak bağı olacak. Sorunun üzerine gitmek gerekiyor. Tamam da, nasıl? Ya, sorunu çözelim derken, iyice içinden çıkılmaz hale dönüştürürsek?
    Bir süredir bu gerekliliğin nedenini tartışmaya çalışıyorum. Dün, eylül ayından ileriye doğru bakınca yakın gelecek için görünen tabloya değinmiştim. Bu tablo, önümüzdeki birkaç yıl, büyüme hızımızın alacağı büyüklüğün dış dünyadaki gelişmelere bağlı kalacağını söylüyordu. Gelişmiş ülkeler, özellikle de ihracatımızın yarısını yaptığımız AB ülkeleri toparlanıp, vatandaşları harcamaya başlarlarsa biz de onlara mal satacağız. İkinci olarak da, dış kredi musluklarının açıldığı ölçüde dış kaynak sorunumuz hafifleyecek, şirketlerimiz ve bankalarımız daha rahat kaynak bulacaklar.
    Dış koşullardaki sınırlı iyileşme olasılığının yüksekliği dikkate alındığında, üstelik bu iyileşmenin 2010'un ilk yarısında bir miktar ivme kaybetmesinin beklendiği de düşünüldüğünde, TEPAV'da yaptığımız tahmin çalışmaları 2010'da yüzde 4 civarında bir büyüme hızı tutturabileceğimizi, ama 2011'de bu hızın çok daha düşük olabileceğini söylüyor bize. 'Düşük' değil, 'çok daha düşük'. Kısacası, kriz öncesindeki milli gelir düzeyimize 2011 sonunda da ulaşamamamız olasılığı çok yüksek. Bu, işsizlik oranının yüksek bir düzeyde seyretmesi anlamına geliyor. Temel sorular şunlar: Bu olumsuz görünümü daha az olumsuz nasıl kılabiliriz? Zamanla da olumluya nasıl çevirebiliriz?
    Bir yıl önce bu soruların yanıtı, hem orta vadeli hem de acil önlemler içeren bir çerçeveye oturuyordu. Bütçe açığının geldiği düzey, artık o acil önlem seçeneklerini ortadan kaldırdı. Demek ki orta vadenin 'parlak' olacağına herkesi inandıran bir çerçeve oluşturmamız gerekiyor. Böylelikle ekonomik güven ortamını yeniden sağlayabiliriz. Bu birinci nokta.
    İkinci nokta şu: Yeni açılımın orta vadeyi 'parlak' kılabilmesi için öncelikle bütçedeki derin bozulma sürecini tersine çevirmesi gerekiyor. Bu, belediye harcamalarının, sosyal güvenlik için bütçeden aktarılan kaynakların ve enerji sektöründe yer alan kamu kurumlarından bütçeye gelen yükün azaltılması demek. Ekonomimizin şiddetle küçüldüğü bir ortamda sevimli bir açılım biçimi değil elbette. Ama kaçınılmaz. Bütçeyi daha da bozamayız çünkü.
    Şimdi de üçüncü nokta: Açılım sadece bütçeyi toparlayıcı önlemlere dayansaydı bir işe yaramazdı istihdam açısından. O zaman diğer unsurları öyle tasarlamalı ve uygulamalıyız ki, büyüme açısından umudumuz olsun. Bundan sonra bütçe dengesini hep gözeteceğimizi inandırıcı bir çerçevede ortaya koymamız gerekiyor. Bu, işleyiş biçimi bağımsız otoritelerce denetlenen ve sonuçları kamuoyuna açıklanan bir orta vadeli mali kural uygulaması ile mümkün olabilir. Buradaki kritik nokta, bu kurala uyulmasının garanti altına alınması; yasal düzenlemeler gerektiriyor.
    Açılımın bu iki unsuru eskiden olsaydı ekonomik güven ortamını sağlamakta yeterli olurdu. Ama artık yetmez. Kriz bize gösterdi ki, ya da göstermesi gerekir ki, ekonomimiz şiddetle küçülürken bizim de içeride yapabileceklerimiz olmalı. Sadece dış dünyanın iyileşmesine ve bize kaynak aktarıp bizden mal satın almasına duacı olan son derece pasif bir yaklaşım kaderimiz olmamalı.  İşte burada açılımın en önemli unsuru ortaya çıkıyor. Dördüncü nokta, dolayısıyla şu: Gerektiğinde 'korkmadan' kamu harcamalarını artırabileceğimiz bir bütçe yapısına ulaşmamız gerekiyor. Bunun yolu da vergi gelirlerini vergi tabanını genişleterek artırmaktan geçiyor. Vergi tabanını öyle böyle değil, bayağı bir genişletmekten söz ediyorum. Bu sadece denetim ve ceza ile gerçekleştirilemez. Konu çok boyutlu; mesela süpermarketlerin şehirlerin dışına çıkarılmaları tasarıları bile konuyla yakından ilgili, ya da turizm sektörünün düzenlenmesi. Kısacası, kayıt dışı ile mücadele edecek çok ciddi bir programa ihtiyaç var. Bu reformu orta vadede gerçekleştirmeden, Türkiye'nin yüksek bir büyüme hızını sürdürülebilir kılması, daha açık ifade edeyim, bir arpa boyu yol alması mümkün görünmüyor. Hatırlatayım: Şu andaki sanayi üretim düzeyimiz Mayıs 2005'teki düzeyinin altında! 2005-2009; dile kolay dört yıl, arpa boyu bile yol almamış olduk!
    Beşinci nokta: Acil önlem paketinde yer alan bir unsurdan vazgeçilemez: Beceri artırıcı programlar. Orta vadeli yeni açılım, beceri artırıcı programları genel bir eğitim reformunun içinde düşünmeli. Bu eğitim sistemiyle, özelde de YÖK'ün bu yapısıyla orta vadenin Türkiye açısından 'parlak' olması mümkün değil.

    Bu yazı 07.09.2009 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır