Arşiv

  • Mayıs 2024 (3)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    Bunu, 'bizim gibiler' asla yapamazlardı

    Fatih Özatay, Dr.04 Ekim 2009 - Okunma Sayısı: 915

    Ekonomik küçülmeye ve artan işsizliğe karşı kısa dönemde alınabilecek ilk önlem elbette iç talebi artırıcı politikalar uygulamak. Buna karşın, 1990'ların ikinci yarısında oluşan meşhur Asya ve Rusya krizleri ile daha sonraki Türkiye krizinde, krizin patlak verdiği ya da sıçradığı ülkelerde genellikle bu reçetenin tersi uygulandı: Yapılan iş maliye ve para politikalarını sıkılaştırmak oldu.
    Neden? Arkadaki temek mantık şuydu: "Ekonomilerde önemli kırılganlıklar varsa, bu kırılganlıklar ülkelere yönelik risk algılamasını yüksek düzeye çıkarır. Bu tür ülkelerde reel faizler ve kur yükselir, mali varlık fiyatları düşer. Döviz cinsinden borcu olan kesimler (şirketler ve finansal sektör) ile mali varlıkları yoğun biçimde tutan kesimler (daha çok finansal sektör) çok olumsuz etkilenirler. Risk algılaması daha yüksek bir düzeye çıkar. Artan kırılganlıklar faizleri ve kuru tekrar yükseltir, mali varlık fiyatlarını daha da düşürür.
    Bu ülkelerde bu koşullar altında kredi arzı ve talebi düşer, işletme sermayeleri erir, şirketler bankalara olan yükümlülüklerini yerine getirmekte zorlanırlar.
    Sonuçta tüketim ve yatırım düşer. İşsizlik artar, ekonomiler küçülür. Bu durumda temel kırılganlıkların üzerine gidip risk algılamasını azaltmak gerekir.
    Mesela temel kırılganlık kamu borcunun yüksek, vadesinin çok kısa ve maliyetinin (faizinin) çok yüksek olması ise, bu durumu tersine çevirmeniz gerekir. Bunun yolu da mali disiplinden geçer."
    Kırılganlıkları çok yüksek olan ülkelerin krizlerden sonra ekonomilerinin tekrar büyümelerini sağlamak üzere mali ve parasal sıkılaştırmaya gitmelerinin temel mantığı buydu. Bunun tipik örneklerinden biri 2001 krizi sonrası Türkiye ekonomisinde uygulamaya konulan ekonomik programdır. 2002-2006 döneminde önemli bir bütçe disiplini ve parasal disiplin sağlandı. Buna rağmen Türkiye ekonomisi yüzde 7'nin üzerinde büyüdü. Şüphesiz bu büyümede küresel likidite bolluğunun da payı vardı, ama Türkiye, ekonomisine çeki düzen vermek yolunda önemli adımlar atmasaydı, bu büyüme de olmazdı.
    2000'lerin başlarından itibaren önemli değişiklikler yaşandı çoğu yükselen piyasa ekonomisinde. Çoğunda kamu borcu sürekli azalarak düşük düzeylere indi. Bütçe açıkları sorun olmaktan çıktı. Finansal sektörleri toparlandı. Bu ülkeler ani sermaye çıkışlarına karşı önemli oranda kendilerini sigortaladılar; döviz rezervlerini artırdılar.
    Birkaç tipik örnek: Latin Amerika'nın yedi büyük ekonomisine, yani Arjantin, Brezilya, Kolombiya, Meksika, Peru, Şili ve Venezüella'dan oluşan LA7 grubuna bir bütün olarak bakıldığında gördüğümüz şu: Kamu borcunun milli gelire oranı 2002'de yüzde 60 ile en yüksek düzeyine çıkmış. Sonra sürekli düşmüş ve 2008'de yüzde 34 olmuş. Döviz rezervlerinin milli gelire oranı ise aynı dönemde yüzde 2'den yüzde 8'e çıkmış. Aynı gelişmeler Türkiye'de de var.
    Yükselen piyasa ekonomilerine bir bütün olarak bakıldığında ise küresel krizin hemen öncesinde (2007 sonunda) bu ülkelerin riskinin tarihsel olarak en düşük düzeylerde olduğu görülüyor.
    Dolayısıyla, küresel krizin ekonomileri daraltıcı ve işsizlik oranlarını artırıcı etkisine karşı bu ülkelerin artık eski politikalarını bırakmaları beklenirdi. Öyle de oldu. Çoğu yükselen piyasa ekonomisi kamu harcamalarını önemli ölçüde artırdı ve vergi oranlarını indirdi, faizler düşürüldü. Elbette 2007 sonunda bu ülkelerin farklı koşulları vardı; alınan önlemler de bu farklılıkları yansıttı. G20'nin gelişmiş ülkeleri dışında kalan ülkeler ile Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya birlikte incelendiğinde şunu saptamak mümkün mesela: 2007 sonu dikkate alındığında, kamu borcunun, bütçe açıklarının ve cari işlemler açıklarının milli gelire oranları ne kadar küçükse bu ülkelerin krize karşı iç talebi artırıcı tepkileri de o kadar güçlü oldu.
    Ama gelişmiş ülkelerin krize verdikleri tepki ile bu ülkelerin tepkisi karşılaştırıldığında, ilk grubun lehine önemli bir farklılık çıkıyor. Üstelik yukarıda sıraladığım çoğu makroekonomik gösterge gelişmişlerde daha kötü. Farklı bir ifadeyle, gelişmişlerin bir kısmının 2007 sonundaki ekonomik koşulları yükselen piyasa ekonomilerinde olsaydı, bu ülkeler bu krizde verdikleri tepkiyi vermeye asla cesaret edemezlerdi. Bu farklılık neden? Yarın devam edeceğim.

    Bu yazı 04.10.2009 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır