Arşiv

  • Nisan 2024 (14)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)
  • Mayıs 2023 (9)

    Merkez bankalarının önemli sorunu

    Fatih Özatay, Dr.26 Ekim 2009 - Okunma Sayısı: 941

    Bir süredir son yıllarda para politikası uygulamasının başına en çok bela olan bir konuyu ele alıyorum. Temel soru şuydu: Küresel krizin patlak vermesinde önemli bir rol oynayan varlık fiyatlarındaki şişmeyi önlemek için para politikası kullanılmalı mı? Bu konudaki son yazım perşembe günü çıktı. Yazının sonunda peşi sıra bazı sorular sormuşum:
    Hızlı kredi genişlemesi varsa ne yapacak bu durumda merkez bankaları? Daha işin başında önemli bir sorun var: Ne hızdaki bir kredi genişlemesi hızlıdır? Hızlı olduğunu düşündüğünüz bir kredi genişlemesi, aslında finansal sistem açısından hiç potansiyel bir tehlike oluşturmuyorsa? Diyelim ki bu güçlüğü aştınız ve kredi piyasasındaki gidişatın gidişat olmadığına karar verdiniz; ne yapacaksınız?
    Bu sorular Merkez Bankası'nın 2004'te aklındaki sorular. O dönemde Merkez Bankası'nın korktuğu bir kaç olası gelişme var: Birincisi, hızlı kredi genişlemesi, hem doğrudan ithalatı, hem de yurtiçinde üretilen mallar için ithal edilen ara malı ithalatını uyararak cari açığın yükselmesine neden oluyor. Cari açık başka nedenlerle de yüksek; büyük tartışma konusu bu ve bir risk oluşturuyor. Para politikasının kredibilitesini de etkiliyor yapılan tartışmalar.
    İkincisi, yurtiçi kredi maliyeti, likiditenin giderek bollaştığı yurtdışına göre daha yüksek. Bu, şirketler kesiminin yurtdışından giderek daha fazla kredi kullanmasını özendiriyor. Kamu kesiminin dış borcu azalırken, tam tersi bir gelişme şirketler kesiminde görülüyor. Bankaların döviz cinsi yükümlülükleri ile alacakları dengede. Ama şirketlerin döviz cinsinden yükümlülükleri alacaklarına kıyasla giderek artıyor. Olası bir kur sıçraması karşısında önce şirketler kesiminin bilançosunun bozulması, sonra daha az üretim ve istihdam demek bu. Daha doğrusu böyle bir olasılık az değil. Ama bu olasılık gerçekleşirse kendilerini yeni toparlamış olan bankaların olumsuz etkilenmeleri riski var. Bu, şirketleri daha da kötü duruma düşürür: Kısır bir döngü.
    Ne yapacaksınız? Bu iki riskten sadece ikincisine yoğunlaşırsanız, kolay cevap faizleri düşürmek olur. Oysa bunun iki sakıncası olduğunu düşünüyor para otoritesi. Birincisi, gereğinden daha düşük faiz, birinci riski daha da artırma potansiyeline sahip. Zaten potansiyel büyüme hızının çok üzerinde büyüyor ekonomi. Faizlerde önemli bir düşüş ekonomiyi daha da ısıtıp, ithalata olan talebi daha da artırabilir. İkincisi, Türkiye 70'lerin ortalarından itibaren yüksek enflasyonla yaşamış. Uzun bir süredir ilk defa bu beladan kurtulma şansı çıkmış ortaya. O dönemde enflasyon daha yeni iki haneli rakamların altına düşmüş. Bu mücadeleyi bırakmamak gerekiyor.
    Bu düşünce çerçevesi yazının başında sorduğum sorulara da yanıt vermiş oluyor. Ne düzeyde bir kredi genişlemesinin tehlike oluşturduğuna karar vermek için, sadece kredi rakamlarına bakmak yeterli değil. Ekonomiye bir bütün olarak bakmak gerekiyor. Nerelerde dengesizlikler var? Bu dengesizliklerle kredi genişlemesi arasındaki ilişki ne? Yukarıdaki çerçeve içinde, şirketler kesiminin dış borçlanmasındaki ve ithalattaki artışlar kredi genişlemesi ile alakalı dengesizlik unsurları olarak belirlenmiş. Bu gelişmelerden doğacak riskleri azaltmak için faiz politikasının kullanılamayacağı düşünülmüş.
    Bu durumda uygulanabilecek alternatif bir politika şu: Birincisi, bankaların yurtiçine açtıkları kredilerdeki artış hızını biraz olsun sınırlayacak önlemler gerekiyor. Mesela, daha fazla sermaye karşılığı istenmesi. İkincisi, yurtdışına borcu giderek artan şirketlerin içeride biraz olsun hayatların zorlaştırmak. O tarihte Washington'da özellikle bu ikinci önlem hakkındaki deneyimlerini öğrenmek için Şili Merkez Bankası Başkanı ile konuştuğumuzu hatırlıyorum.
    Elbette herkesin yukarıda çizdiğim çerçeveye katılması gerekmiyor. Döviz kurunun reel değerini dikkate alan bir para politikası uygulanması gerektiği belirtilebilir. Ya da krizden sonra kendilerini yeni toparlayan ve asli faaliyetlerine dönme sürecinin ortasında olan bankalar açısından kredi genişlemesinin istenilir bir şey olduğu söylenebilir. Olabilir.
    Ama yazının başlangıcındaki sorular ve üç aşağı beş yukarı yukarıda çizdiğim çerçeve bundan sonra para otoritelerinin üzerinde en çok düşünecekleri konuların başında geliyor. Zaten IMF'nin İstanbul toplantılarından hemen önce yayınladığı son 'Dünya Ekonomik Görünümü' raporunun üçüncü bölümünün bu konuya ayrılmasının temel nedeni de bu.

    Bu yazı 26.10.2009 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır