Arşiv

  • Nisan 2024 (14)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)
  • Mayıs 2023 (9)

    Şu kaynak sorunu

    Fatih Özatay, Dr.29 Ekim 2009 - Okunma Sayısı: 1003

     

    Daha önce defalarca krize karşı verdiğimiz tepkinin 'çok geç, yetersiz ve kısmen yanlış hedeflere yöneldiği' eleştirisini okudunuz bu sütunlarda. Bu olgunun arkasında yatan olası nedenlere de değinmeye çalıştım. Bunlardan bir tanesi üzerinde biraz daha durmak istiyorum bugün. İç talebi artıracak bir maliye politikası uygulamayı amaçlıyorsunuz. Çok çeşitli yolları var elbette. Ama ilk akla gelenlere bakalım: İşsizlik yardımlarını artıracaksınız, emeklilere ek ikramiye dağıtacaksınız, işgücünün niteliğini artırıcı kurslar açacaksınız, altyapı yatırımlarını hızlandıracaksınız, vergi indirimlerine gideceksiniz... Sıralaması kolay elbette. Zor olan bunları gerçekleştirecek bütçe imkânlarını yaratmak. Sonuçta bunların herhangi birini ya da birkaçını yapmaya kalktığınızda bütçe açığınız artıyor.
    Elbette başka zorluklar da var. Bütçe olanaklarınız sınırlıysa, bunlar arasından bir tercih yapmak durumundasınız. Hangisine (hangilerine) öncelik verirsem iç talebi daha hızlı ve daha çok artırırım? Temel soru bu. Bunu yanıtladıktan sonra bir engel daha var aşmanız gereken. Bütün bu çabalarınızın boşa gitmemesi için, bütçe açığınızda oluşacak bozulmanın ekonomiye duyulan güveni sarsmaması gerekiyor. Yoksa kaş yapayım derken göz çıkarır, risk algılamasını artırırsınız. Artan risk ortamında da kimse alışveriş yapmaz; iç talebi uyarmak bir başka bahara kalır. 'Elde ettiğiniz' tek şey ise bütçenin bozulması olur. Bunu önlemenin yolu da ileride bu bozulmayı telafi edecek
    önlemleri şimdiden inandırıcı biçimde açıklamaktan geçiyor elbette.
    Şimdi başa dönelim. Krize karşı geç ve yetersiz tepki verilmesinin (olası) nedenlerinden biri de bütçe imkânlarının yeterli olmadığının düşünülmesiydi. Buna katılır ya katılmazsınız, ben katılmayanlardanım; çok yazdım, elbette olanakların sınırlı olduğunun farkındaydım, ama bu olanaklarının yeteri kadar ve zamanında kullanılmadığını düşünüyorum. Ama sonuçta açıklanan miktarın çok ötesinde, şöyle gönül rahatlığıyla mali gevşemeye gidecek bir bütçe imkânımız da yoktu. Sanırım bu yargıya çoğunluk katılacaktır.
    Elbette bu yine bizim hatamızdan kaynaklanıyor. Bakın Tablo 1'de OECD ülkelerinden seçilen alt gruplar ile Türkiye'nin vergi gelirlerinin milli gelire oranlarının karşılaştırmaları var. Sosyal güvenlik primleri de dahil vergi gelirlerine. Karşılaştırma 2006 yılına ait, çünkü verileri aldığım OECD'de en son ayrıntılı veriler bu tarihe ait. Ama 2007, ya da 2002 olsa da bir şey değişmeyecek.
    İki çarpıcı nokta var. Birincisi, diğer tüm ülke gruplarına göre Türkiye'nin sosyal güvenlik katkılarını da içeren vergi gelirleri çok düşük düzeyde. Bu özellikle Avrupa Birliği ve OECD toplamı ile karşılaştırıldığında daha da çarpıcı biçimde ortaya çıkıyor. İkincisi, vergi gelirlerimizin yarısı dolaylı vergilerden elde ediliyor. Tabloda yer alan ülke gruplarında bu oran çok daha düşük.
    Şimdi herkesin şapkasını önüne alıp düşünmesi gerekiyor. Bu tabloyla Türkiye buradan şuraya bir adım atamaz. Atar da yüzde 4-5 gibi bir ortalama büyüme hızı tutturur. Yurtdışı sermaye piyasalarında likidite bol olursa büyüme bunun üzerine çıkar; az olursa da düşer, son krizde olduğu gibi likidite tümden kesilirse de ekonomimiz daralır. Kısacası daha hızlı büyümek için dışarıdan gelecek kaynağa bel bağlamak durumunda kalırız. İkincisi, ekonomimiz küçülürken, oturup 'seyrederiz'; "Ne edelim ki, imkânımız bu kadar" diye ağlaşırız. Ne yapıp edip, bu iki çarpıcı farkı ortadan kaldırmamız gerekiyor. 

    Bu yazı 29.10.2009 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

     

    Etiketler:
    Yazdır