Arşiv

  • Nisan 2024 (14)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)
  • Mayıs 2023 (9)

    Çok etkilendik; çünkü...

    Fatih Özatay, Dr.09 Kasım 2009 - Okunma Sayısı: 1006

    Tarihsel ortalama büyüme hızı ile karşılaştırıldığında 2009 yılında Türkiye kendisiyle aynı grupta yer alan ülkeler arasında en kötü performansı gösteren ülkeler arasında geliyor. Mesela, G20 grubunda yer alan gelişmekte olan ülkeler arasında, bu gösterge açısından Meksika'dan sonra ikinci kötü performansa sahibiz. 2009'da büyüme hızının Meksika'da 9.8 puan, Türkiye'de ise 9.5 puan tarihsel ortalama büyüme hızının altında kalması bekleniyor. Merkezi ve Doğu Avrupa ülkeleri içindeki büyük ekonomiler dikkate alındığında da benzer bir durum ortaya çıkıyor. Üstelik, bu gruplardaki diğer ülkelerin ezici bir çoğunluğunda bu oran 5 puanın altında. 2001 krizinden sonra istikrarı sağlamak yolunda attığımız bunca adıma karşın neden bu kadar olumsuz bir sonuç ortaya çıktı?   
    Bu sorunun bir yanıtı sorunun içinde gizli. Dikkat ederseniz soruda 'istikrarı sağlamak yolunda' ibaresi var. Dolayısıyla sorunun bir yanıtı şu: İstikrarı sağlamak onu sürdürmeye yetmiyor. İstikrarı yangın söndürme şeklindeki bütçe disiplini önlemleri ile de sağlayabilirsiniz. Mesela hemen sonuç alacak şekilde bazı hizmetlere ve mallara yönelik vergi artışına gidebilirsiniz. Krizden hemen sonrası için yapacak başka bir şey yoktur çünkü. Tıpkı 2001 krizinden hemen sonra olduğu gibi. Oysa mali disiplinin kalitesi de çok önemlidir. Yangın söndürme operasyonu bittikten sonra sıranın mali disiplinin kalitesine gelmesi gerekir. Türkiye açısından bakarsanız, 'tuttuğunuzdan' değil herkesten vergi alabilecek bir vergi sistemi gerekir. Bu büyük ölçüde yapılamadı. İlk neden bu.

    Varsayalım ki bu aşamayı geçtiniz; sağladığınız istikrar sürdürülebilir bir istikrar. Bu, küresel kriz gibi büyük bir şoka karşı ekonominizin kırılganlığını azaltmaya yetmeyebilir. Mesela maliye ve para politikanız disiplinlidir, bu sayede önemli bir istikrar yakalamışsınızdır; ama bu istikrar bütçe açığı, kamu borcu, borçlanma vadeleri ve enflasyon için geçerlidir. Dış koşullar 'normal' düzeydeyken 'makul' bir oranda büyümenizi de sağlayabilir bu istikrar. Ama mesela iç tasarruf oranınız yeterli değilse, bu 'makul' büyüme hızını sağlamak için bile yabancı tasarruflara ihtiyacınız vardır. Oysa büyük bir dış şok gerçekleştiğinde, yurtdışından akan sermaye (yabancı tasarruf) bıçak gibi kesilir. Dahası siz eski borçlarınızı geri ödemek için yeni dış kaynak bulamadığınızdan kendi kaynaklarınızı kullanmak zorunda kalırsınız. O makul büyüme hızını da yakalayamazsınız.

    Dolayısıyla, o tarihsel büyüme hızını nasıl elde ettiğiniz de önemlidir. Kaldı ki o hızın düzeyinden memnun da olmayabilirsiniz. Bu durumda başkalarından gelecek kaynağa bağımlı kalmadan o 'makul' hızı tutturmanız gerekir. Ek olarak 'makul' hızı yükseltmenin yollarını da aramalısınızdır. Potansiyel büyüme hızınızın daha yüksek olmasını engelleyen 'bağlayıcı' engellerin üzerine gitmelisinizdir. Yani bir öncelik sırasına sahip bir reform programını yürürlüğe koymuş olmanız gerekir. Türkiye 2006'nın ortalarından itibaren artık böyle bir reform sürecine hazırdı. Ama bunu yapmadı. Yazının girişindeki sorunun yanıtlarından biri, yani ikinci neden de bu.

    En apaçık nedeni de sona bıraktım. Küresel krizin ekonominizi daraltıcı etkisine karşı önlem almakta gecikir, aldığınız önlemler parasal tutar olarak yetersiz kalır ve bir de kısmen yanlış hedeflere yönelmiş olursa, ekonominiz 'kendi haline' bırakılmış olur. Halbuki kısa vadede etkin olduğu bilinen iktisat politikaları böyle günler için tasarlanmış ve yıllarca üzerinde tartışılmıştır. Yani, böylesine ağır tahribata uğrayan ekonomileri hiçbir şekilde kendi hallerine bırakmamak için iktisatçılar sizler için yıllarca çalışıp bazı sonuçlara ulaşmışlardır. Bunları kullanmanız gerekir. Oysa biz böyle yapmadık; ekonomimizi krize karşı yalnız bıraktık. Üçüncü neden de bu.

     

    Bu yazı 09.11.2009 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır