Arşiv

  • Nisan 2024 (14)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)
  • Mayıs 2023 (9)

    Kapasite kullanım oranları neden şaşırttı bizleri?

    Fatih Özatay, Dr.13 Aralık 2009 - Okunma Sayısı: 886

     

    Bu hafta önemli veriler açıklandı. En şaşırtıcı veri ekim ayı sanayi üretiminden geldi. Bir ay önce açıklanan ekim ayı kapasite kullanım oranları ile tutarsız çıktı sanayi üretim artışı. Zira ekim ayında, bir yıl öncesinin aynı dönemine göre sanayide kapasite kullanım oranı 4.9 puan düşmüştü. Oysa hafta içindeki açıklamaya göre, ekim ayında yine bir yıl önceki ekim ayına göre sanayi üretimi yüzde 6.5 arttı.

    Sanayi üretiminden bir ay önce açıklanan kapasite kullanım oranına bakıp, ekim ayında sanayi üretimi artışının sınırlı olacağını ya da sanayide az da olsa üretim azalışı gerçekleşeceğini belirtenler yanıldı böylece. Mesela kapasite kullanımını yorumlarken, ekim ayında sanayi üretiminde azalış görürsek şaşırmamak gerektiğini belirtmiştim 12 kasım tarihli yazımda. Şaşıran ben oldum oysa.

    Hafta içinde açıklanan veriye göre, sanayi sektöründe kasım ayında kapasite kullanım oranı 2008 kasımına göre 2.2 puan düştü. Evet, yine azalma var kapasite kullanım oranında. Bu durumda kasım ayı sanayi üretimi için ne diyeceğiz? Neden kapasite kullanım oranı ile sanayi sektörü büyümesi arasında bu denli büyük bir fark ortaya çıkıyor?

    Bu verilerle vaktiyle oldukça çok haşır neşir olmuş bir öğretim üyesi arkadaşımla sohbet ediyorduk hafta içinde. Kapasite kullanım oranının hesaplanma biçimine dikkatimizi çekti: Her firmanın beyan ettiği aylık verilerden elde edilen kapasite kullanım oranları ağırlıklandırılıyor. Doğal olarak koca bir fabrikanın kullanım oranıyla, küçük bir işletmeninki aynı ağırlıkla yer almamalı endekste. TÜİK'in web sayfasında biraz araştırınca, kullanılan ağırlıkların bir önceki yılın üretim değerleri olduğu ortaya çıkıyor. Muhtemelen veriler arasında böyle dönemlerde ortaya çıkan tutarsızlığın altında bu olgu yatıyor. Yarın biraz 'deşmeye' çalışayım bu konuyu.

    Yılın üçüncü çeyreğine ilişkin açıklanan milli gelir büyüme rakamları ise sürpriz yapmadı. Birinci ve ikinci çeyrek verilerinde düzeltmeye gidildi ve küçülme hızları biraz daha yükseldi. Bu da beklenmedik bir gelişme olmadı. Geçmişe yönelik büyük bir düzeltme olmazsa ki olması için pek bir neden yok, 2009 yılı küçülme hızımızın yüzde 6 dolaylarında bir yerde olacağı anlaşılıyor.

    Daha önce 2010'a ilişkin büyüme öngörümü vermiştim; temel senaryo altında yüzde 3.8  4.9 aralığında bir büyüme rakamı ortaya çıkıyordu. Büyüme sadece 2010'da olmayacak, muhtemelen içinde bulunduğumuz yılın son çeyreğinde de büyüdüğümüz ortaya çıkacak. Tüm bu büyüme sürecinin temelinde üç unsur olacak. İlk ikisi iktisadi; ihracat pazarlarımızdaki gelir artışına bağlı olarak ihracatımız artacak ve bankacılık sektörü kredi hacminde bu yılın ortasından itibaren gözlenmeye başlanan kredi artışı gelecek yıl da sürecek. Sonuncusu ise matematiksel; 2009'da milli gelirimiz düşük bir düzeyde olduğu için, buna yapacağımız küçük bir ekleme bile büyümemizi sağlayacak.
    2010'da büyümemizi sağlayacak iktisadi unsurlardan ikincisi daha riskli. Birkaç nedenle: Birincisi, bankaların donuk kredi miktarı artıyor. Üstelik 2009 içinde kredilerin donuk krediye dönüşme koşulları gevşetildi; eski yöntem geçerli olsaydı şu andaki donuk kredi miktarı daha fazla olacaktı. Bu bankaların risk alma iştahını bir miktar törpüleyebilir. Ama öte yandan Kredi Garanti Fonu'na Hazine'den aktarılan kaynak nihayet işler hale geldi. Bu kaynakla yaratılacak kredi hacmi bu 'törpülemeyi' ortadan kaldırabilir.

    Bu durumda 2010'da gerçekleşecek bütçe açığı ve bu açığın nasıl finanse edileceği önem kazanıyor. Hazine'nin hafta içinde açıkladığı programda oluşabilecek olumsuzluklara bağlı olarak, Hazine bankalara planladığından daha fazla tahvil satmak zorunda kalırsa, bankaların şirketlere ve tüketicilere açacağı kredi miktarı azalabilir.

    2011 ve 2012'de iki tane seçim olacağı dikkate alınınca Orta Vadeli Programı daha inandırıcı kılmanın önemi ortaya çıkıyor bu durumda.

    Bu yazı 13.12.2009 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

     

    Etiketler:
    Yazdır