Arşiv

  • Mayıs 2024 (2)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    Biraz cesaret

    Fatih Özatay, Dr.08 Temmuz 2010 - Okunma Sayısı: 839

    Dünya ekonomisinin yeniden toparlanmaya başlayarak ülkelerin büyüme hızlarının makul sayılabilecek düzeylere gelmesi konusunda, 2009'un sonlarına doğru esmeye başlayan olumlu rüzgârların bir süredir hissedilmediğinin sanıyorum çoğu kişi farkında. Önemli iktisatçılardan artan sayıda uyarı yazıları çıkmaya başladı. ABD'de bir türlü düşmeyen işsizliğe karşı yeni bir mali uyarıcı önlemler paketi öneriliyor. Avrupa Birliği'ndeki kemer sıkma önlemlerinin, özellikle Almanya'da alınan kararların ve Avrupa Merkez Bankası Başkanı'nın söylemlerinin erken olduğu hakkında inandırıcı görüşler var.
    Türkiye ekonomisinin büyüme temposunun hız kesmekte olduğu açıklanan verilere 'taraftar' gözlüğüyle bakmayanların üzerinde anlaştıkları bir olgu. Muhtemelen ikinci çeyrek verisi tempoda bir miktar hızlanmaya işaret edecek; ama bu kalıcı olmayacak. Bunun temel nedeni yukarıda belirttiğim olgu.
    Özellikle Avrupa Birliği'nin büyümeme sorunuyla karşı karşıya kalması olasılığının giderek artması, ihracatımız açısından büyük sorunlar yaratmaya gebe. Bu yetmiyormuş gibi, Avrupa finansal piyasalarında bahar aylarından beri yaşananlar buradaki güven ortamını olumsuz yönde etkiliyor. Kısacası, yılın ikinci yarısında bizi ilk yarıya kıyasla daha düşük bir büyüme hızı bekliyor. Ama daha önemlisi; 2011 yılı Türkiye'nin ekonomik büyümesi açısından oldukça sorunlu olmaya aday.
    Hem Türkiye'nin içinde bulunduğu koşullar, hem de dış koşullar 2002-2007 döneminden çok farklı. Yakın gelecekteki koşulların daha da farklı olacağı açık biçimde görülüyor. Bu ortamda para ve döviz kuru politikasını gözden geçirmek gerekiyor. Herhangi bir ekonomi politikası 'her koşulda geçerli tek doğru politika' olamaz, olmamalı.
    Enflasyon hedeflemesi rejimi uygulamasının Türkiye'de geçirdiği evrim bunun en güzel kanıtı: Enflasyonun yüksek olduğu ve hızla düşürülmesinin hedeflendiği ortamda Merkez Bankası sadece enflasyona odaklandığını belirtti: Faiz kararlarını alıyorken mevcut üretim düzeyi ile potansiyel düzeyi arasındaki farka baktığını hiçbir zaman söylemedi. Enflasyon tek haneye düştü, sonra küresel kriz patlak verdi, ekonomi küçülmeye işsizlik de artmaya başladı. Merkez Bankası faiz kararlarına ilişkin yaptığı açıklamalarda ya da diğer önemli raporlarında hep üretim düzeyinin potansiyelinin altında kalması olgusuna vurgu yaptı.
    Artık enflasyon hedeflemesi rejiminde üçüncü aşamaya geçme zamanı. Türkiye'nin rekabet gücünü de dikkate alacak bir çerçeveye ihtiyaç var. Küresel kriz patlak vermeden önce bu gerekliliği bu köşede dile getirmiştim Şimdi buna daha çok ihtiyaç var.
    Bu şu anlama geliyor: Eskiden döviz kuru, enflasyonu ve ihracat yoluyla üretim düzeyini etkilediği ölçüde Merkez Bankası'nın faiz kararlarını da etkiliyordu. Dolaylı bir etki söz konusuydu. Üçüncü aşamada bu dolaylı etkinin yanı sıra döviz kurunun reel değerinin bir de doğrudan etkisi söz konusu olmalı faiz kararlarına.
    Bu tek başına yeterli olmaz. Türkiye'nin kısa vadeli sermaye girişlerini caydırıcı önlemler tasarlaması gerekiyor. Küresel kriz öncesinde bu tür adımlar 'sempatik' bulunmuyordu. Oysa içinde bulunduğuz koşullar, bu tür kararların en azından garipsenmeyeceği koşullar. Bu tür önlemleri son aylarda alan ülkeler var. Onların kararlarını ve uygulamalarını incelemek gerekiyor.
    Önümüzdeki dönem eski söylemin terk edilmesinin gerektiği bir dönem. Koşullar değişiyorsa bundan daha doğal ne olabilir? Hadi, biraz cesaret!

    Bu yazı 08.07.2010 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

     

    Etiketler:
    Yazdır