Arşiv

  • Mayıs 2024 (2)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    Piyasaya iman

    Fatih Özatay, Dr.10 Ocak 2010 - Okunma Sayısı: 1056

    Ekonomi kuramının zor günler geçirmekte olduğuna değinmiştim geride bıraktığımız yılın son günlerinde. Özellikle, milli gelir, işsizlik oranı, faiz, kur, fiyatlar genel düzeyi gibi değişkenlerin zamanın belli bir noktasında nasıl belirlendiğini ve zaman boyutunda ne tür bir yol izlediklerini açıklamaya çalışan, bu yolun devletin ekonomi politikası müdahaleleriyle değiştirilip değiştirilemeyeceğini incelemeye çalışan makroekonomi kuramı için geçerli bu zorluk.

     

    1970'lere kadar ekonominin kendi haline bırakılması halinde 'dengeye' gelmeyebileceğini, bu nedenle özellikle işsizliğin arttığı dönemlerde bu artışla savaşmak gerektiğini belirten ekonomi kuramı genel kabul görüyordu. Bu kuram büyük iktisatçı Keynes tarafından ortaya atılmış, daha sonra onu izleyenler kuramı geliştirmişlerdi. 'Keynesçi' ya da 'Keynesyen' olarak bilinen bu okulun aktif ekonomi politikası uygulanmasını tavsiye etmesinin arkasında ise insanların kararlarında ekonomiye duydukları güvenin önemli bir rol oynadığının düşünülmesi yatıyordu.

    Bu güven, çevrede dolaşan hikâyelerden etkilenebiliyordu mesela, ya da insanların duygularından, başkalarına karşı haksızlık yapmamak isteklerinden de. Mesela tevatürlere dayanan aşırı iyimserlik, hisse senetlerine olan talebin hızla artarak, fiyatlarının aşırı biçimde şişmesine yol açabilirdi. Bu kuram özellikle 1970li yıllarda yaylım ateşine alındı ve giderek gözden düştü. Yaylım ateşi bir ölçüde anlaşılır nedenlerden kaynaklanıyordu; Keynesçi modellerde ekonomik birimlerin davranış biçimleri hakkında yapılan varsayımlarda bir 'gelişi güzellik' söz konusuydu.

    Buna tepki olarak geliştirilen modeller, iktisat kuramına önemli katkılar yapmalarına karşın ne yazık ki önemli zararlar da verdiler. Özellikle piyasaların 'her şeye kadir olduğu' anlamına gelen piyasaların kendi hallerine bırakıldığında 'etkin' biçimde çalışacakları ve bu yolla dengeye zaten gelecekleri görüşü etkili oldu. Zira bu modeller açık biçimde devletin ekonomi politikası müdahalelerine gerek olmadığını (belli varsayımlar altında) 'kanıtlıyorlardı'.

    Keynesçi önermelere taban tabana zıt bu 'yeni klasik' olarak adlandırılabilecek önermeler ilginçtir asıl zararlarını finansal piyasaların düzenlenmesi ve denetlenmesi konusunda verdiler. İlginçlik şurada: Finansal piyasalar diğer piyasalara göre çok daha fazla malumat sahibi ve donanımlı insanların faaliyette bulundukları piyasalar. Bu anlamda yeni klasik okulun varsayımları daha bir geçerli bu piyasalarda. Büyük ölçüde bu okulun görüşleri çerçevesinde bu piyasalardaki yenilikler denetim ve düzenlemeye alınmadı. Buna karşın, ekonomilerin başına bela olan krizler büyük çoğunlukla finansal piyasalardaki bu yeniliklerin denetlenmemesinden ve düzenlenmemesinden patlak verdi.

    Bakın eski FED Başkanı Greenspan 23 ekim 2008'de ABD Kongresi'nde yaptığı 'tanıklıkta' ne diyor: "Yüzyılda bir gerçekleşecek bir kredi tsunamisinin içindeyizÖ Kredi veren kurumların, kendi çıkarları için, hissedarlarının hisselerini de koruyacaklarını düşünenler şoktalar (özellikle de ben). İnanamıyoruz." Tercümesi şu: Ekonomik birimler (finansal kurumlar) kendi çıkarlarına uygun davranırlar. Bu durumda piyasalar kendi hallerine bırakıldığında zaten etkin çalışırlar. Dolayısıyla düzenlenmelerine ve denetlenmelerine 'o kadar' da gerek yoktur.

    Buna karşın, ekonomileri durgunluğa girip işsizlik arttıkça gelişmiş ülkeler eski usul Keynesçi politikalara sarıldılar. Bu anlamda yeni klasik okulun görüşleri zararlı olmadı. Mesela son küresel krizde piyasanın her şeye kadir olduğuna inanan Bush yönetimi bile kamu harcamalarını artırıcı önlemleri Kongre'ye getirdi (getirmek zorunda kaldı).

    Ekonomi biliminin zorluklarının başında insan davranışlarına dayanması geliyor. İnsanların geleceğe yönelik bekleyişleri bugünkü kararlarını etkiliyor. Dolayısıyla ekonomik gelişmeler bu bekleyişlerce şekilleniyor. Ekonomiyi 'daha bir bilim yapmak' isteği, bu bekleyişlere dayanan matematiksel ve istatiksel modeller kurma isteğine dönüşüyor. Oysa bu bekleyişlerin belirlenmesi Keynes'in ısrarla üzerinde durduğu gibi psikolojiyle de ilgili olabiliyor. Zorluklar da bu noktada ortaya çıkıyor. Greenspan'in konuşmasındaki gibi insanların hep kendi çıkarlarına uygun davrandıklarını düşünürseniz matematiksel modelleme 'kolaylaşıyor'. Ama bu sefer de 'gerçeklikten' uzaklaşabiliyorsunuz.

    Her zorluk, şüphesiz kendisiyle mücadeleyi çekici kılıyor ve de uyarıyor. Son zamanlarda makroekonomi alanında, makroekonomi kuramının zayıf görülen yanlarını düzeltmeyi amaçlayan yeni çalışmalar boy gösteriyor. Gelecek pazar devam edeceğim.

    Bu yazı 10.01.2010 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır