Arşiv

  • Nisan 2024 (14)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)
  • Mayıs 2023 (9)

    Toplumsal hafıza bazen çok güçlü oluyor

    Fatih Özatay, Dr.11 Nisan 2010 - Okunma Sayısı: 956

    Cumartesi günü gazetelere göz atarken dikkatimi çekti: Mardin'deki anaokulu açılışında, 'Reyhani' oynayan iki çocuğa protokolden bir kişi ödül olarak para vermiş. Cüzdanından lira çıkmayınca, küçüklerin ödülü 100'er dolar olmuş.
    Alışveriş yaptığınızda dikkatinizi çekiyordur. Hala bazı fiyatlar milyon lira olarak söyleniyor. Aynı yanılsama bizlerde de var. Özellikle büyük meblağlardan bahsederken zihinler karışıyor. Trilyon mu, katrilyon mu, milyar mı? Milyon lira yerine bazen trilyon lira diyebiliyoruz.
    'Dolara müptela olmak' başlıklı tanınmış bir akademik çalışma var. Reinhart, Rogoff ve Savastono tarafından kaleme alınan bu çalışma 'dolarizasyon' olgusunu inceliyor. Farklı bir ifadeyle, mali varlıkların yabancı para cinsinden tutulması ve bunun sonucu olarak ancak yabancı para cinsinden borçlanılabilmesi olgusunu araştırıyor bu çalışma (internetten NBER çalışma tebliği, no 10015 olarak bulunulabilir).
    1980-2001 arası için çalışmanın bulgularından bir tanesi şu: Kayda değer miktarda bu sorundan muzdarip olan seksen beş ülkeden ancak iki tanesi kalcı olarak bu dertten kurtulabilmiş: İsrail ve Polonya. Dolarizasyon elbette farklı biçimlerde tezahür edebiliyor. En arkaik ölçüm biçimlerinden bir tanesi yabancı para mevduatın toplam mevduat içindeki payı; 2000 sonunda yüzde 39 imiş, 2009 sonunda yüzde 31. Azalma var ama yukarıda söz ettiğim çalışmadaki 'dolara müptela olmak' ölçütü açısından hala yüksek. Meraklısına not: Bu sorunun Türkiye için tartışıldığı bir çalışma için Özge Akıncı, Yasemin Barlas Özer ve Bülent Usta tarafından kaleme alınan 'Dolarizasyon endeksleri: Türkiye'deki dolarizasyon sürecine ilişkin göstergeler'e bakılabilir (internetten: TCMB/Yayınlar/Araştırmalar/2005).
    Eski liradan altı sıfır atıldığında tarihler 1 ocak 2005'i gösteriyordu. O günden bu güne tüketici fiyatları 1.56 kat artmış (yüzde 56). Enflasyonumuz eski yıllardaki kadar yüksek değil; tamam. Ama birikimli olarak bakıldığında fiyatların yükseldiği düzey hiç de göz ardı edilmemeli. Paramıza tekrar 'sıfır' eklemek istemiyorsak enflasyon olgusunu ciddiye almamız gerekiyor.
    Enflasyon, 2001 krizinin nihai olarak patlak verdiği şubat ayında yüzde 33 ile tüm 1990'ların en düşük değerindeydi. Krizin etkisiyle şubat 2001'den sonra sürekli yükselen enflasyon 2002 başında yüzde 73'e ulaştı. O tarihten sonra keskin biçimde düştü ve mayıs 2004'te Türkiye tekrar tek haneli enflasyona 'merhaba' dedi. Bu düşüş eğilimi kalıcı olmadı; yerini dalgalanmaya bıraktı. 2004'ten bu yana enflasyon
    yüzde 5-12 aralığında dalgalandı. Küresel krizin enflasyon açısından tüm olumlu etkilerine karşın yüzde 5'in altına inmedi tüketici fiyatlarının artış hızı. Türkiye'nin henüz enflasyon belasından kurtulduğu söylenemez. En azından iki nedenle. Birincisi, yazının başında verilen örneklerde olduğu gibi yüksek enflasyonlu dönemden kalan alışkanlıklarımızın bir kısmı sürüyor. İkincisi, rakamlar enflasyonun küçümsenmemesi gerektiğini belirtiyorlar.
    Elbette şu andaki önceliklerimiz daha farklı: İşsizlik düzeyimizin geldiği yüksek düzey, şirketler kesimindeki asimetri (zor durumda olanların genellikle küçük ve orta ölçekli KOBİ- olması) ve üretim düzeyimizin hala kriz öncesi zirve noktasının altında bulunması enflasyonu ikincil plana itiyor. Ama bu sorunların çözümü para politikasından geçmiyor; derin yapısal reformlara ihtiyaç var.
    Tam da bu nedenle Merkez Bankası'nın faiz kararlarında çıktı açığına (üretimim potansiyel düzeyinin altında kalmasına) çok fazla vurgu yapmaması gerekiyor.
    Hem çıktı açığı enflasyonun en önemli belirleyicisi değil, hem de faizleri tekrar yükseltmek gerektiğinde işsizliğin hala yüksek düzeyde olacağını unutmamak gerekiyor. Nasıl açıklanacak faiz kararı bu durumda?

    Bu yazı 11.04.2010 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır