Arşiv

  • Mayıs 2024 (2)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    Gelişmişlik farklılıkları ve kurumsal yapı

    Fatih Özatay, Dr.07 Mart 2010 - Okunma Sayısı: 1041

    İkinci dünya savaşından sonra Kore ikiye ayrılıyor. Bölünmenin Güney'de yapılan seçimle fiilen gerçekleştiği 1948'de, iki ülkenin kişi başına gelir düzeyi yaklaşık aynı. Süreç içinde iki ülke çok farklı politik ve ekonomik kurumlar oluşturuyor. Şu anda Güney Kore, Kuzey Kore'nin yaklaşık yirmi katı daha zengin. Bu ülkeler açık ki aynı kültür ve coğrafyayı paylaşıyorlar. Bu durumda, bu müthiş büyüme farklılığını, oluşturulan kurumlardaki farklılıkta aramak gerekiyor.
    Daron Acemoğlu son yazılarımda sözünü ettiğim kitabında (Modern Ekonomik Büyüme, 2009, Princeton Üniversitesi Yayını), ülkeler arasındaki büyüme farklılıklarının temel nedeninin kurumlardaki farklılıklar olduğuna ikna olmak için bu örneğin yeterli olmadığını belirtiyor. Çünkü sonuçta Kore örneği tek bir gözlem oluşturuyor. Başka gözlemlere ihtiyacımız var.
    On beşinci yüzyıldan başlayarak Avrupalılar dünyanın çeşitli yerlerini istila edip koloniler kuruyorlar. Oralardaki mevcut kurumları değiştiriyorlar. Ama kurdukları kolonilerde oluşturdukları kurumlar çok farklı. Kuzey Amerika'da küçük hissedarların mülkiyet haklarına önem veren ve demokratik bir kurumsal yapı oluştururken, mesela Karayipler'de baskı ve kölelik rejimi kuruyorlar.
    Geçen pazar günü değindiğim ve çok anlamlı olmayan şans faktörü dışında ülkeler arası gelir farklılığını açıklayabilecek üç unsur var: Coğrafya, kültür ve kurumlar. Bu durumda, bu kolonileştirme 'deneyi' ülkeler arası gelir farklılıkları ile kurumlar arasında ilişki olup olmadığını araştırmaya olanak veriyor. Zira, birincisi, ülkeler arası gelir farklılıkları on beşinci yüzyıldan sonra giderek belirginleşiyor. İkincisi, kolonilerin coğrafyası değişmediğine göre bu ülkelerin sonraki büyüme farklılıklarını kurumsal farklılıklara bağlamak daha kolaylaşıyor. Acemoğlu ve arkadaşlarının bir dizi araştırmada gösterdiklerinin özü kabaca ve elbette benim anladığım şekliyle şöyle:
    Kolonileşen ülkelerin zenginlik düzeyi, kolonileşmenin başlangıcındaki durumun tersine dönüyor. Mesela Hindistan, 1500'lerde hüküm süren Babür İmparatorluğu altında çok zengin bir ülke. Keza Amerika'da o sıralarda hüküm süren Aztek ve İnka imparatorlukları da. Oysa bu bölgelerde şu anda mevcut ülkeler dünyanın fakir ülkeleri arasında. Buna karşın, o sıralarda gelişmemiş olan uygarlıkların yaşadığı Kuzey Amerika, Yeni Zelanda ve Avustralya şimdi dünyanın en zengin ülkeleri arasında.
    Bu büyük bir zenginlik dönüşümü. İlk grupta zenginlik baş aşağıya giderken, ikinci grubun zenginliği giderek artıyor. Zenginlik dönüşümü bu ülkeler-bölgelerle de sınırlı değil. Acemoğlu ve arkadaşları bazı ölçütler kullanarak, kolonileşen ülkelerin 1500'lerin başlarındaki zenginlik düzeyleri ile 1995'teki kişi başına gelir düzeylerini karşılaştırıyorlar. Arada ters bir ilişki var: Kolonileşen bir ülke 1500'lerin başlarında ne kadar zenginse 1995'te o kadar fakir. 1500'lerin başında ne kadar fakirse 1995'te o kadar zengin. Dahası, bu dönüşüm Avrupalıların istila etmedikleri ülkeler için geçerli değil. Avrupa ülkelerinin kendileri için de söz konusu değil.
    Bu durumda kolonileşen ülkelerde zenginlik düzeylerindeki bu çarpıcı değişikliğin kolonileşme ile ilgili olduğunu düşünmek gerekiyor. Kolonileşme bu ülkelerdeki kurumları değiştiriyor. Şöyle: Kolonileşmenin başlarında zaten zengin olan ve bu nedenle de şehirleşmenin yaygın, nüfusun kalabalık olduğu ülkelerde kurulu bir düzen var. Buraları zaptı-rapt altına almak, rahat sömürebilmek için koloni yönetimleri sürekli zora başvuruyorlar. Baskı rejimleri kuruyorlar bu nedenle. Oysa şehirleşmenin olmadığı, nüfus yoğunluğunun bulunmadığı o zamanların fakir ülkelerinde Avrupa'da kendi içinde yaşadıkları yapıyı getiriyorlar. Nüfusun çoğu kendilerinden oluşuyor çünkü.              
    Şüphesiz kurumsal yapıdaki farklılıkların önemini vurgulayan çalışmalar sadece Acemoğlu ve arkadaşlarının çalışmaları ile sınırlı değil. Onların çok büyük katkıları var; ama daha önce de bu konuda çalışanlar var. Özellikle Douglass C. North'un çalışmaları önemli. North iktisadi kalkınmada kurumların oynadığı rol üzerine yaptığı araştırmalarla 1993 yılında Nobel ekonomi ödülü kazandı. North'un 1990'da yayınlanan Kurumlar, Kurumsal Değişim ve Ekonomik Performans kitabının başlangıcındaki kurumların tanımı kendisinden sonra gelen çoğu çalışmada kullanılıyor. Daha önce bu tanımı vermiştim; tekrarlamıyorum.
    Peki, hangi kurumlar? Daha hızlı ve sürdürülebilir bir şekilde büyümek için ne tür kurumlar oluşturmak gerekiyor? Bu oluşum çok hızlı mı olmalı? Açık ki bu sorular önemli sorular. Dani Rodrik'in çalışmalarından söz edeceğim gelecek pazar yazımda. Şimdilik yenilerde Eflatun Yayınevi tarafından yayınlanan bir kitabının ismini vereyim: Tek Ekonomi, Çok Reçete: Küreselleşme, Kurumlar ve Ekonomik Büyüme, 2009.

    Bu yazı 07.03.2010 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır