Arşiv

  • Nisan 2024 (14)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)
  • Mayıs 2023 (9)

    IMF 2010'da değil 2008 sonunda gerekliydi

    Fatih Özatay, Dr.11 Mart 2010 - Okunma Sayısı: 966

    Artık IMF-Türkiye ilişkileri konusunda herhangi bir şey yazmamak orucumu bozabilirim. IMF yetkililerinin bir açıklaması çarşamba sabahı ekonomi kanallarında yer aldı. Buna göre Türkiye ile yeni bir 'stand-by' anlaşması konusu artık görüşülmüyordu. Böylece artık iyice bıktırıcı bir hale gelen IMF anlaşması konusu da açıklığa kavuşmuş oldu.
    Peki, yeni bir IMF anlaşmasına gerek var mıydı? İçinde bulunduğumuz an itibarıyla bu sorunun yanıtı, küresel finansal piyasalar yeniden karışmazsa 'olsa da olurdu, olmasa da olurdu' şeklinde. Üstelik önümüzde dönemde çok sayıda seçim olduğu dikkate alındığında, böyle bir anlaşma yapılsa bile sürdürülebilirliği de şüpheliydi.
    IMF ile asıl anlaşma yapılması gereken zaman küresel krizin patlak verdiği zamandı. Bu 'fırsatı' ne yazık ki kaçırdık. Neden bu bir fırsattı? Neden asıl o zaman anlaşma yapmamız gerekiyordu? Bu soruların yanıtlarının daha belirgin olması için, önce pazartesi günü açıklanan sanayi üretimi rakamlarına bakalım.
    Bir yıl öncesine kıyasla ocak ayında önemli bir üretim artışı gerçekleşti. Ancak kriz öncesindeki zirve üretim değerinden hala oldukça uzaktayız. Mevsimlik hareketlerinden ve işgünü sayısındaki değişikliklerden arındırılarak incelendiğinde, sanayi üretiminin zirve noktasının mart 2008'de gerçekleştiği ortaya çıkıyor. O tarihten sonra üretim sürekli azaldı ve 2009'un ilk çeyreğinde en düşük düzeyine indi.
    Bu dönemde üretimin yüzde 20.5 oranında azaldığını görüyoruz. Dibe vurduğumuz tarihten bu yana ortaya çıkan belirgin eğilim ise artış yönünde: Mart 2009'dan bu yana sanayi üretiminde yüzde 14 oranında yükselme var. Ancak, son aylarda toparlanma hız kesti. Ocak ayı üretimi bir önceki aya göre yüzde 0.4 oranında daha fazla. Ama kasım ayına göre yüzde 0.3 oranında daha az. Elbette mevsimlik hareketlerinden ve işgünü sayısından arındırılmış bir seride böyle küçük oynamalara odaklanmamak gerekiyor. Ama son üç aydır üretimin yerinde saydığı da ortada.
    Kısacası toparlanma yavaş gerçekleşiyor. Üstelik yukarıda sorduğum soruların yanıtları açısından daha önemli bir nokta ortaya çıkıyor: Kriz öncesindeki zirve üretim düzeyi ile karşılaştırıldığında, bugünkü üretim düzeyinin yüzde 9.3 oranında daha az olduğu görülüyor. Farklı bir ifadeyle, zirve noktasından bu yana 24 ay geçmiş olmasına karşın, hala zirve noktasının uzağındayız. 2009'da işsizlik oranının ise 2008'e göre üç puan artarak yüzde 14'e sıçradığını da biliyoruz.
    Bu veriler Türkiye'nin krizden derinden etkilendiğinin açık göstergeleri. Hem kendi potansiyelimizin çok altına düştük. Hem de başka ülkelerle karşılaştırıldığında, bizde üretim düşüşü çok fazla oldu. Krizden en çok etkilenen ülkeler sıralamasında önlerde olduğumuz apaçık. Bankacılık sektörümüzün sağlam diyoruz. Bu sağlamlığa karşın gerçekleşti üretim düşüşü ve işsizlik artışı. Krizin bu çarpıcı yıkıcı etkisini azaltmak için gerekli ekonomi politikası tepkisini veremediğimiz ortada. İşte IMF burada devreye giriyor.
    Hangi IMF? 2008'in sonlarından itibaren sürekli değiştiğini iddia eden bir IMF. Fransız sosyalistlerinin gelecek başkanlık seçiminde adayları olabilecek birisinin başında bulunduğu IMF. Krize karşı neden iç talebi artırıcı politikaların gerekli olduğunu raporlara döküp web sayfasına koyan IMF. Kriz sırasında anlaşma imzaladığı ülkelerden maliye politikası uçurumun eşiğinde olanların dışında kalanlarla, eskiden yaptığı ve iç talebi genellikle azaltıcı olan anlaşmalardan çok farklı anlaşmalar imzalandığını öğünerek anlatan IMF. Ve nihayet geçenlerde başekonomistinin de aralarında bulunduğu bazı yazarlar tarafından orta vadeli enflasyon hedeflerinin neden yükseltilmesi gerektiğini tartışmaya açan IMF.
    Kanım şu ki, Türkiye 2009'da iç talebi artırıcı politikaları içeren ve bunu orta vadede mali disiplini bozmayacak şekilde yapan bir ekonomik programı IMF'nin parasal desteğini de alarak yürürlüğe koyabilirdi. Üstelik şu anda enflasyonu artırıcı vergi ve zamlarla kapatmaya çalıştığımız bütçe açığı da bu kadar fazla olmazdı. Daha önemlisi, sanayimiz kendisini daha hızlı toparlardı. Ama yapmadık. Bu da bir tercih elbette.

    Bu yazı 11.03.2010 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır