Arşiv

  • Nisan 2024 (14)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)
  • Mayıs 2023 (9)

    Hangi kurumlar?

    Fatih Özatay, Dr.14 Mart 2010 - Okunma Sayısı: 933

    Güney Kore'nin 1960'ların, İrlanda ve Çin'in ise 1980'lerin başlarından itibaren çok dikkat çekici bir başarı öyküleri var. Oysa giderek fakirleşen ülkeler de var: Afrika'dan çok sayıda örnek verilebilir. İki taneyle yetineyim: Etiyopya ve Nijerya. Bir de büyüyen, ama büyüme performansları zenginlerle aralarındaki uçurumu kapamaya yetmeyen ülkeler mevcut. Farklı bir ifadeyle bazı ülkeler (göreli olarak) yerlerinde saymışlar. Mesela Türkiye: 1960'ta ABD'ye kıyasla kişi başına gelir düzeyimiz yüzde 17. 2007'de ise söz konusu oran neredeyse hiç değişmemiş: Yüzde 17.8. Aralardaki yılları alsanız da durum değişmiyor; aynı olgu geçerli.
    Neden ülkeler arasında büyük gelir farklılıkları var? Neden bazı ülkeler gelişmiş ülkeler ile aralarındaki gelir farklılıklarını sürekli azaltabilirken, bazıları için bu olgunun tam tersi geçerli oldu? Yapılan çalışmalar ülkeler arasındaki büyüme farklılıklarının temel nedeninin, bu ülkelerin kurumsal yapılarındaki farklılıklar olduğunu gösteriyor. Peki, hangi kurumlar? Daha hızlı ve sürdürülebilir bir şekilde büyümek
    için ne tür kurumlar oluşturmak gerekiyor? Bu oluşum çok hızlı mı olmalı?
    Geçen pazar günü yazımı bu sorularla kapatmıştım. Dani Rodrik ve arkadaşlarının çalışmalarından özetleyerek bu soruları yanıtlamaya çalışacağım. Radikal okuyucuları Rodrik'i gazetemizde ayda bir çıkan yazılarından da hatırlayacaklar. 2009 yılında Eflatun (Efil) Yayınevi tarafından yayımlanan bir kitabı var: 'Tek Ekonomi, Çok Reçete: Küreselleşme, Kurumlar ve Ekonomik Büyüme'. Kitabın orijinal hali 2007'de Princeton Üniversitesi yayınlarından çıktı. Bu konulara ilgi duyanlar mutlaka alıp okusunlar.
    Rodrik sözünü ettiğim kitabının beşinci bölümünde 'hangi kurumlar?' sorusuna yanıt veriyor. Gruplara ayırmış kurumları. İlk grupta 'mülkiyet hakları' var. Ülkelerin istikrarlı bir şekilde büyüyebilmeleri için hem yasal çerçeve olarak, hem de uygulamada mülkiyet haklarını en üst düzeyde gözetiyor olmaları gerektiğinin altını çiziyor. Nedeni açık: Çabanızın karşılığını almalısınız. Bu çabam sonucunda elde ettiğim getiriler üzerinde söz hakkım yoksa, onları kontrol edemiyorsam neden sermaye biriktireyim, yenilik yapayım?
    İkinci grupta 'düzenleyici kurumlar' var. Mesela rekabete aykırı davranışları engelleyecek kurumlar oluşturmak gerekiyor. Ya da son küresel krizde gördüğümüz gibi finansal sektörün ileride herkesin başına bela olacak şekilde sorumsuzca risk almasını engelleyen bir kurumsal çerçeveye ihtiyaç var.
    Üçüncü grupta 'makroekonomik istikrara ilişkin kurumlar' geliyor. Para politikasını yürütmekle sorumlu olan merkez bankalarının yapısı nasıl olacak, nasıl çalışacaklar? Maliye politikası nasıl bir yapıda yürütülecek? Bunların önemini herhalde en iyi bilen ülkelerden biri Türkiye. Türkiye'den güncel bir örnek: Tek başına mali kural yeterli değil; o kurala ne ölçüde uyulduğunun denetlenmesi gerekiyor. Nasıl bir kurum yapacak bunu?
    'Sosyal güvenlik kurumları' dördüncü grubu oluşturuyor. Piyasa ekonomisi geliştikçe geleneksel yapı değişiyor; aile içi dayanışma artık yeterli olmuyor. İşsizlik ve yoksulluktan doğan riskleri azaltıcı mekanizmalar tasarlamak gerekiyor. Mesela ne tür transfer politikaları izlenecek?
    Beşinci grupta 'çatışma yöntemi kurumları' var: Hukukun egemenliği, yargının en üst kalitede olması, temsile dayalı siyasi kurumlar, bağımsız sendikalar, serbest seçimler, azınlık haklarını koruyucu kurumlar. Türkiye'de son zamanlarda olan biten bu kurumların önemi hakkında önemli ipuçları veriyor.
    Peki, her ülke için 'tek tip' kurumsal yapı mı? Şüphesiz değil. Zaten kitabın ismi de bu gerçeğin altını çiziyor: 'Tek Ekonomi, Çok Reçete'. Ülkelerin özgül koşullarına göre tasarlamak gerekiyor kurumları. Başarılı olmuş ülkeler birbirlerinden farklı yollar izlemişler, kurumlarını farklı biçimde oluşturmuşlar. Önemli olan işin özü, biçimi değil.
    Mesela mülkiyet haklarını en üst düzeye çıkarmanız önemli, bunu hangi mekanizmalarla gerçekleştirdiğiniz ikinci planda kalıyor.
    Başka bir önemli soru: İşe neresinden başlayacağız? Tüm kurumlara aynı anda mı el atacağız? Rodrik ve arkadaşlarının (Hausmann ve Velasco) tanınmış bir çalışmaları var. Bu çalışmada (sözünü ettiğim kitabın ikinci konusu) tavsiye edilen, bağlayıcı kısıtı çözmeye çalışacak biçimde reformlara başlamak; en temel sorun ne ise onun üzerine gitmek. Dolayısıyla, ilk yanıtlanması gereken temel sorunun ne olduğu. Bu, doğru saptanıp hızla üzerine gidilirse büyüme hızında bir sıçrama gerçekleştirmek mümkün.
    Şüphesiz tetiklenen büyüme artışını kalıcı kılmak gerekiyor. İşte bu aşamada diğer kurumsal reformları süreç içinde devreye sokmak gerekiyor. Elbette hata yapılacak; ama bu hatalardan ders alıp, reform ivmesini kaybetmemek lazım.
    Bir de not: Bu açıdan bakıldığında Türkiye'nin sağlık reformu 'macerası' oldukça ilginç. 2000'lerin ortalarından itibaren alınan bir dolu karar var. Bunların önemli sonuçları oldu; hissediliyor hepimizin hayatında. Ama 'sil baştan' yapılanlar da var. Öte yandan yeni kararlar da alınıyor: Mesela son tamgün yasası. Bu ilginç deneyime yakından bakmak gerekiyor.

    Bu yazı 14.03.2010 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır