Arşiv

  • Nisan 2024 (14)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)
  • Mayıs 2023 (9)

    Başa güreşememek hastalığı

    Fatih Özatay, Dr.15 Mart 2010 - Okunma Sayısı: 889

    Krizin Türkiye ekonomisini derinden sarstığı açık. Hem üretim, hem de işsizlik verileri bu olguyu pek de tartışmaya yer bırakmayacak biçimde gösteriyor. Zirveye ulaştığı mart 2008'den dibe vurduğu mart 2009'a kadar olan dönemde sanayi üretimi yüzde 20.5 oranında azaldı. Bu tarihten sonra üretimde belirgin bir toparlanma oldu. Ancak son üç ayda (kasım-ocak) tekrar bir duraklama göze çarpıyor.
    Daha önemlisi, kriz öncesindeki zirve üretim düzeyi ile karşılaştırıldığında, bugünkü üretim düzeyinin yüzde 9.3 oranında daha az olduğu görülüyor.
    Farklı bir ifadeyle, zirve noktasından bu yana 24 ay geçmiş olmasına karşın, hâlâ zirve noktasının uzağındayız. Öte yandan, 2009'da işsizlik oranı 2008'e göre üç puan artarak yüzde 14'e sıçradı.
    Tarım dışı işsizlik oranı dikkate alındığında ise işsizlikte artış 3.8 puana çıkıyor.
    Küresel krizin bizi bu denli etkilemesinin dört önemli nedeninden biri de yurtdışından yeteri kadar kaynak bulamamamız oldu. Tablo 1'de, 2004-2009 döneminde şirketlerimizin ve bankalarımızın net dış borçlanmaları var: 2008'de 26.7 milyar dolar net dış kaynak kullanırlarken, 2009'da 13.8 milyar dolar yurtdışına aktarmışlar. Dile kolay; 41 milyar dolarlık bir dönüşümden söz ediyoruz.
    Bu köşenin düzenli okuyucuları açısından ne bu tema yeni ne de bu tablo. Bir kez daha aynı konuya dönmemin önemli bir nedeni var. Şu: 2009'un sonuna doğru bir iyileşme başlamıştı Türkiye'ye yönelik net dış fon akışında. Özellikle bankacılık sektörü için geçerliydi bu gözlem. Oysa geçen hafta içinde açıklanan yeni verilere göre bu eğilim kalıcı olmadı. Ocak ayında yine önemli miktarda net dış borç geri ödeyicisi olduk.
    Elbette birkaç ayın rakamlarına bakıp 'derin' yorumlar yapmamak gerekiyor. Ama 2009'da gözlediğimiz eğilimin en azından şimdilik değişmediği de ortada. Toparlanmamızın beklendiği kadar çabuk olmayabileceğine ilişkin tek gösterge bu değil. İhracatımızın yarıya yakın bir kısmının yöneldiği AB ülkelerinde de toparlanma yavaş gerçekleşiyor. Üstelik bir de İspanya, İtalya, Portekiz ve Yunanistan'da bol miktarda sorun var.      
    Önemli bir risk faktörü de 'içeriden' kaynaklanıyor: Unutmayalım 2003-2007 döneminin en düşük büyüme hızı 2007'de gerçekleşti: Yüzde 4.7. Halbuki bir sonraki en düşük büyüme hızı 2006'da ve yüzde 6.9. Arada iki puandan fazla fark var. 2007'nin özelliği ne? Şu: Siyasi gerginliğin zirveye ulaştığı bir yıl 2007.
    Toplumda kutuplaşmanın artması istenilir bir şey değil. Sayısız zararı var; bunlardan biri de ekonomiye. Üstelik bir yılın büyüme rakamları bu zararı yeterince göstermiyor. Daha önemlisi şu: Kutuplaşmanın keskinleştiği dönemlerde reform yapmak çok zor. Reform 'kazanan' ve 'kaybeden' yaratıyor. Kaybedenlerin zararlarının telafi edilmesi reformların hayata geçirebilmesi için önemli. Bunun için ise uzlaşma gerekiyor. Kutuplaşmanın olduğu yerde nasıl uzlaşacaksınız?
    Oysa büyümemizin dışarıya olan bağımlılığını azaltmamız gerekiyor. Öyle reformlar yapmamız gerekiyor ki, şu aşağıda verdiğim tablo çok da önemli olmasın. "Aman dışarıdan kaynak bulamadık" diye dert etmeyelim. Daha hızlı büyümemiz için kaynağa ihtiyacımız var. Dış koşullardaki gelişmelerin kaderimizi belirlemesini istemiyorsak, yani büyümemizi dış koşullara göbekten bağımlı kılmak istemiyorsak içeride kaynak yaratmalıyız. Bunun apaçık bir yolu var: Kayıt dışını kayda alarak vergi gelirlerimizi artırmak. 2010 ve sonraki birkaç yıl böyle bir reformun yapılabileceği bir dönem olarak durmuyor. Ne yazık!

    Bu yazı 15.03.2010 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır