Arşiv

  • Nisan 2024 (14)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)
  • Mayıs 2023 (9)

    Makûs talih ve dayanılmaz cazibe

    Fatih Özatay, Dr.21 Mart 2010 - Okunma Sayısı: 871

    Sıra geldi Türkiye'ye. Türkiye'nin 1950-2009 dönemindeki ortalama büyüme hızı yüzde 4.7. Dönemi 1960'tan başlatırsanız bu hız yüzde 4.4'e düşüyor. Bu büyüme hızına karşın zenginlerle aramızdaki uçurumu kapayamamışız.  1960'ta ABD'ye kıyasla (satın alma gücü paritesi ile ölçülen) kişi başına gelir düzeyimiz yüzde 17. 2007'de ise söz konusu oran neredeyse hiç değişmemiş: Yüzde 17.8.
    Yapılan çalışmalar ülkeler arasındaki büyüme farklılıklarının temel nedeninin, bu ülkelerin kurumsal yapılarındaki farklılıklar olduğunu gösteriyordu. Kurumsal yapı deyince 'mülkiyet haklarına ilişkin kurumlar', 'düzenleyici kurumlar', 'makroekonomik istikrara ilişkin kurumlar', 'sosyal güvenlik kurumları' ve 'çatışma yönetimi kurumları' anlaşılıyordu. Bu kurumlar için 'en iyi tek tip' söz konusu değildi; ülkelerin özgül koşullarına göre tasarlamak gerekiyordu kurumları. Öte yandan hızlı büyümeye yol açacak şekilde kurumsal yapıyı tasarlarken işe çok da iddialı biçimde başlamamak öğütleniyordu. Genellikle tavsiye edilen, sürdürülebilir büyüme hızının daha yüksek olmasının önündeki temel kısıtı ortadan kaldırmakla işe başlamak.
    Peki, Türkiye açısından temel kısıt ne? Şüphesiz bu çok iddialı bir soru. Bir çırpıda "temel kısıt şudur" diye yanıt vermek zor. Yine de yanıtlamaya çalışayım. Küresel krizden önce 'mikro reformlar' ya da 'ikincil nesil reformlar' başlığı altında çok sayıda yazı çıktı bu köşede. Görebildiğim kadarıyla büyüme hızımızın daha üst düzeye çıkmasına engel olan sorunlar üzerinde durmaya çalıştım. Ana başlıklarla bazıları şöyle:
    Özellikle OECD Pisa test sonuçlarında açıkça ortaya çıkan eğitim kalitemizdeki düşüklük. Mesleki eğitimde yetersizliklerimiz. Bunların sonucu olarak işgücünün beceri gücündeki eksiklik. Yargı sürecinin uzunluğu. Kayıtlı çalışmanın getirdiği bürokratik yükümlülükler. Küçük ve orta ölçekli firmaların finansman kaynaklarına erişmekte karşılaştıkları güçlükler. Araştırma ve geliştirmeye ayrılan kaynakların yetersizliği. Rekabeti bozan büyük bir kayıt dışı faaliyet hacmi. Kayıt dışı faaliyet gösteren şirketlerdeki düşük verimlilik düzeyi. Kayıt dışı çalışmayan şirketler için istihdamı cezalandıran yüksek vergiler. Yine kayıtlı ve belli büyüklüğü geçen firmalarda bazı meslek gruplarından eleman istihdam etmek zorunluluğu. Sosyal güvenlik ağının yetersizliği.  
    Bu uzun listeye başka başlıklar da eklenebilir. Hangisinden başlamak gerekiyor? Bağlayıcı kısıt olarak ben, 'kayıt dışı faaliyet göstermenin dayanılmaz cazibesini' görüyorum. Bu savımı daha önce 'belgelendirmiştim': Birincisi, Türkiye'nin vergi gelirlerinin milli gelire oranı çok düşük bir düzeyde. AB'nin ilk 15 üyesi ki biz asıl olarak onların refah düzeyine erişmek istiyoruz, için bu oran yüzde 40 iken bizim oranımız yüzde 25! İkincisi, bu kadar az vergi toplamamızın ana nedeni, ya da nedenlerinden biri vergi oranlarımızın düşük olması değil. Aksine mesela istihdamın üzerinde yüksek vergiler var. En büyük neden kayıt dışılık.
    Üçüncüsü, ilk ikincisin başka biçimde tezahürü; daha çok dolaylı vergi toplayabiliyoruz. Dolaylı vergi gelirlerimizin toplam vergi gelirlerimiz içindeki payı açısından OECD şampiyonuyuz. Popüler biçimde ifade edersek; cipe binen de aynı vergiyi veriyor, otobüs durağında bekleyen de. Bu adil değil. Dördüncüsü, ortalamanın üzerinde bir hızla büyüdüğümüz yıllarda döviz dengemiz bozuluyor; yabancıların tasarruflarına ihtiyacımız artıyor. Yani yüksek cari işlemler açığı veriyoruz. Yabancıların her zaman bize tasarruflarını borç vereceklerinin bir garantisi yok.
    Orta vadede kayıt dışılığı en aza indirecek bir reform paketi, dikkat ederseniz yukarıda sıralanan çoğu soruna çözüm getirebilecek. Bunun için iddialı bir vergi reformu gerekiyor. Ama kayıt dışının çözümü sadece vergi reformu ile sağlanamaz. Mesela kredi kartı kullanımının yaygınlaşması da kayıt dışılığı azaltıyor. Ya da süper (hiper, her neyse) marketlerden alışveriş yapılması. Bu çerçevede bu marketlerin şehir dışına taşınmaları çabalarının da kayıt dışılığı artırıcı etkileri olabilir. Kısacası konu çok boyutlu.
    Öte yandan böyle bir reformun siyasi yapılabilirliği de önemli. Seçimler yaklaşıyorken böyle bir reformu kim göze alır? Bırakın seçimleri, normal zamanda da göze alınabilir mi? İşin o kısmını bilemem. Bildiğim bu temel kısıtı çözmeden Türkiye'nin 'yerinde sayan ülke olma makus talihini' yenemeyeceği. Unutmayalım yukarıdaki listede yer alan çoğu sorunun çözümü için kaynak gerekiyor. Daha fazla vergi geliri bu kaynağı rahatlıkla sağlar.

    Bu yazı 21.03.2010 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır