Arşiv

  • Mayıs 2024 (6)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    Türkiye'nin ihracatı neden hâlâ çukurdan çıkamadı

    Güven Sak, Dr.29 Temmuz 2010 - Okunma Sayısı: 1227

    Aşağıdaki grafiği gördünüz mü? Grafik, dünyadaki toplam ticaret ile Türkiye'nin toplam ihracatının seyrini bir güzel gösteriyor. Görünen şudur: Dünya, ihracat açısından bakıldığında, 2010 yılının ilk çeyreği sonunda içine düştüğü çukurdan çıkmış gibi görünmektedir. Ama bakın Türkiye çukurun içinde kalmıştır. Neden böyledir ve de ne yapmak gerekir? "Allah Allah, bu nedir" diye meraklananları aşağıya bekleriz efendim.

    Gelin tespitlere hemen başlayalım isterseniz. "Türkiye neden çukurda kalmıştır?" Bunu bir süre önce yazdığımı hatırlıyorum. Hatta Türkiye'yi, Meksika ile karşılaştırmanın mümkün olabileceğini söylemiştim. Öyle ya, biri Avrupa Birliği (AB) pazarına yakındı, öteki ise Amerika Birleşik Devletleri (ABD) pazarına. Türkiye'nin AB pazarına yakınlığı ve AB pazarının yaygınlaşan Yunan krizi nedeniyle ille de yavaş toparlanacak olması Türkiye'nin ihracatının yukarıdaki grafikte 'yan yan' gitmesine neden olmaktadır. Grafik bu konuda herhalde açıktır. Dünya, ortalama olarak bakıldığında uğradığı kaybı telafi ederken, Türkiye hâlâ kriz çukurundadır. Türkiye, 2010 yılının ilk çeyreğinde ihracatta uğradığı kaybın ancak yüzde 25'ini telafi edebilmiştir. Bu ne demektir? Kriz öncesi dönemin tepe noktasından krizin dip noktasına kadar uğranılan ihracat kaybının halen ancak yüzde 25'i yerine konabilmiştir. Türkiye'nin ruh ikizi Meksika'da ise 2010 yılının ilk çeyreğinde kriz nedeniyle maruz kalınan ihracat kaybının yüzde 75'i telafi edilebilmiştir. Bu performans ne ile alakalıdır? ABD'de devreye konulan talep genişletici politikalar ile Avrupa'daki politikasızlık arasındaki farkla alakalıdır ortadaki farklı performans. Bu, galiba ihracat rakamlarına bakıldığında dikkate alınması gereken ilk noktadır. İkinci nokta ise şudur: TEPAV iktisatçılarının dün yayımladıkları politika notunda altı çizilen önemli bir nokta şudur: Hadise doğrudan doğruya AB pazarındaki daralma ile de alakalı değildir. Dolayısıyla yukarıdaki ilk tespit doğru olmakla birlikte tek açıklayıcı değişken de değildir. Türkiye ile aynı pazara mal satan Çek Cumhuriyeti ve Macaristan'da ihracat kayıpları yılın ilk çeyreğinde çok daha hızlı telafi edilmiştir. Örnek verelim: Macaristan, ihracattaki kriz kayıplarının yüzde 41'ini ilk çeyrekte telafi etmiş bulunmaktadır. Aynı telafi oranı Çek Cumhuriyeti için yüzde 43 civarındadır. Ama Türkiye hâlâ yüzde 25'tedir. Daralan pazar her üç ülke için de aynı pazardır ama bakın pazar Türkiye için daha hızlı daralmaktadır. Özellikle Türkiye'ye orta teknolojili ürünlerde rakip olma eğiliminde olan Polonya ve Romanya'nın durumu ortadadır. Avrupa pazarında bizden daha iyi performans gösteren, AB pazarına yakın ülkeler vardır. Bu ikinci tespitin de akılda tutulmasında fayda vardır. Peki, bu neden böyle olmaktadır? Bu gelişme, şirketlerimizin kendi kararları da olmayabilir. "O da ne demek" demeyin azıcık bekleyin. 2002 yılı sonrasında pek çok sektörde şirketlerimiz uluslararası değer zincirinin içinde faaliyet göstermeye başlamışlardır. Bu değer zincirlerinin yönetim merkezleri son dönemde artan bir hızla İstanbul'a yönelmektedir. İşte bu değer zincirlerini yönetenler Türkiye'nin ihracat pazarı olarak, AB pazarını değer zincirinin başka üyelerine bırakmasına ve de yeni pazarlara açılmasına karar vermiş olabilirler. Açıktır ki, otomotivde ve yan sanayide çalışan bir işletmenin karar alma merkezi Türkiye'de değildir. Dünyanın hangi bölgesine kimin servis yapacağına ilişkin kararlar Türkiye'de alınıyor da değildir. Hal böyleyse ikinci noktada altı çizilen eğilim önemli olabilir. Türkiye'nin ihracattaki eksen kaymasının kararı Batı başkentlerinde verilmiş olabilir. Türkiye, piyasaların kararı ile düşük teknolojili bir imalat sanayi ihracatçısı iken, orta teknolojili bir ülke haline gelmiştir. Türkiye'nin bir sanayi stratejisi olmadığı için küresel eğilimler Türk sanayiini biçimlendirmiştir. Şimdi de aynı dinamikler ihracatımıza eksen kaydırtıyor olabilir. Bu da dikkate alınması gereken üçüncü noktadır. Dördüncü nokta ise şudur: İhracatta iyi performans mümkündür. Mesela Endonezya 2008 krizinden en fazla faydalanan ülkelerden biridir. Hükümetimiz 'uyuyan güzel' iken, Dünya Bankası imkânlarından en çok Endonezya yararlanmıştır. Orada 2010 yılının ilk üç ayına bakıldığında artış yüzde 115 dolayındadır. Yani Endonezya ihracatında bir kriz etkisi yoktur. Unutmayayım da size, bir ara, Batılıların kafa karışıklığından en çok yararlanan uyanık ülkeleri de anlatayım. Yakında bu sütunlarda... Beşinci nokta ise genel bir toparlama olsun isterseniz, ihracatımızın hâlâ çukurdan çıkamamasının biri konjonktürel, öteki yapısal iki nedeni vardır. Konjonktürel olan, AB pazarındaki daralmadır. Bu önemlidir ama Türkiye'nin pazar kayıplarını açıklamak için yeterli görünmemektedir. İkincisi ise yapısaldır: Yeni-normal tasarlanırken dünya çapında bir yeni pazar paylaşımı gerçekleşiyor gibi görünmektedir. Hal böyleyse pazar kayıpları kalıcı olabilir. Bu durumda 'yeni pazarlara erişim miti'nden bahsetmeye başlamak faydalı olacaktır. Kaybedilenin yanında kazanılan hâlâ küçüktür. Vaziyet böyle böyle ise Türkiye'nin ihracat destek sistemini süratle yenilemesi bir geçici tedbir değil, olmazsa olmaz bir zorunluluktur. Buyrun buradan yakın bakalım. Şimdi hangisi doğrudur? Bu durumda, bu hadise, son günlerde sıkıldıkça konuşulan yeni 'ihracat stratejisi'nin neresine sığmaktadır? Saygıyla duyurulur.

     

    Bu köşe yazısı 29.07.2010 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır